11 Haziran 2012 Pazartesi

BAZI İNSANLARI CANINIZDAN ÇOK SEVİYORSUNUZ YA, ONLAR GİDİNCE CANINIZ ÇIKIYOR İŞTE



Hayatında ki ikinci dayanağı olan insanı, uzakta hissetmek koyuyor insana. Ne bileyim... Öyle işte.
Sen onu ikinci annen olarak görüyorsun, çocukluğunun yarısından fazlasını onunla geçiyorsun, seni sürekli arıyor soruyor, sürekli dışarı bir yerlere çıkıp beraber zaman geçiriyorsunuz; normalde bulamadığınız zamanı, siz ikinci annenizle geçiriyorsunuz. Öyle eğleniyorsunuz ki, hiç eğlenceli bir şey yapmıyor bile olsanız, eğleniyorsunuz. Mesela o arabayı park ediyor, siz bundan bile eğlenip mutluluk duyuyorsunuz. Size her daim soruyor; "Ne var ne yok? Canını sıkan bir şey var mı?" ya da "İstediğin, ihtiyacın olan bir şey var mı?". Sizin cevabınızın hep "Hayır, sağ ol." olacağını bilmesine rağmen soruyor belki de. Siz hayatınızı paylaşıyorsunuz onunla. Gecenin bir yarısı kalkıp sizi arıyor "Hadi dışarı çıkalım" diye. Sebepsiz yere, sırf içinden geldiği için size mesaj atıyor "Seni çok seviyorum" diye. Bir şey oldu mu siz hemen ona koşuyorsunuz anlatmak için. Sevgililerinizi ilk ona söylüyorsunuz. Belki annenize bile anlatamayacağınız şeyleri ilk ona anlatıyorsunuz. Öyle ki, onu canınızdan çok seviyorsunuz. Birkaç zaman aramadığınızda, arayıp azarlıyor sizi "Niye aramıyorsun hiç?" diye, ama sonra hemen yine yumuşuyor, "Her şey yolunda mı?" diye soruyor. Siz anlıyorsunuz onun sesinde ki sevgiyi, endişeyi, şefkati. Nasıl anlaşılmasın? Canınızdan öte o insan. Nasıl anlaşılmasın... Sırf geleceğiniz için sizi köpek gibi çalıştırıyor, acımıyor. Acıyor belki de, ama katı görünüyor, hayata atılmanıza yardımcı oluyor. Öyle zamanlar oluyor ki, sizi sizden çok düşünüyor. Sizi sevdiğini, size değer verdiğini, her şeyden daha iyi biliyorsunuz. Ama öyle bir zaman geliyor ki... Onu en uzakta, uçsuz bucaksız ve hiç ulaşılamayan bir dağın tepesindeymiş gibi hissediyorsunuz. Öyle bir zaman geliyor ki, aklından çıkmadığınızı düşündüğünüz insan için; "Acaba aklına geliyor muyumdur ki?" diye sorarken buluyorsunuz kendinizi. Öyle bir zaman geliyor ki, bunları sorduğunuz, ondan şüphe ettiğiniz için kendinize kızıyorsunuz. Çok kızıyorsunuz. Olur mu öyle şey? Hiç sevgisinden şüphe edilir mi ikinci annem dediğiniz insanın? Edilmez. Edilmez ama, kırılır insan. Onun işi başından aşkındır diye düşünüp, staj işlerinizi kendiniz halletmeye, onu meşgul etmemeye çalışırsınız, aramazsınız onu, bu yüzden. Ararsanız, halini hatrını sormaya ararsınız. O da belki işi başından aşkındır diye arayamaz sizi. Ama üzülürsünüz. İçiniz içinizi yer; "Arasın, sorsun beni. Yine "Her şey yolunda mı?" desin. Ben yine evet diyeyim ama sorsun yine de. O, sorsun." diye. Ama, başkaları arar, o aramaz... Öyle ki, o kadar zaman sonra, metrobüste o kadar gürültünün içinde konuşursunuz 1 dakika bile sürmeyecek kadar. Onda da annenizi aramıştır, sizi telefona istemiştir, öyle... Sonra aynı akşam size hoş bir sürpriz yapılırken, onun söylediği bir cümle normalde söylese asla dokunmayacakken, çok dokunur. Öyle çok dokunur ki, kanatır. İçinizi kanatır. Derin, kapanması belki çok zor bir yara açar. Ölümüne sevineceğiniz sürprize bile sevinemezsiniz, kursağınızda kalır. Ama yine de susarsınız. "İşi başından aşkın..." der, susarsınız. Susarsınız, onun sevgisine, ilgisine susarsınız çoğunlukla. Sonra içiniz acır, gözleriniz dolar, devam edersiniz sus(a)maya... Sonra gelir bloglarda yazarsınız. Öyle işte...