Bazen daha fazla dayanamayacakmış gibi hissettiğim oluyor.
Her şeyin üst üste geldiği zamanlar gittikçe artıyor. Ruhumun ağırlığını hissetmeye başlıyor, yoruluyorum.
Yoruluyorum; olmuştan, ölmüşten, geçmişten, bitmişten.
İnsanlar yoruyor; yaptıkları, söyledikleri, hissettikleri her şey yoruyor.
Bundan 2 ay öncesinde sorsalar, bir umudum vardı. Ama şimdi ne bir umudum, ne de yeni umut yaratmaya gücüm var. Yalnızca gitmeye isteğim var.
Çok uzaklara.
Gitmeye.
Onu hissedemediğim zamanlar gittikçe artıyor.
Kendime güvensizliğim artıyor.
Güçsüzlüğüm artıyor.
Umutsuzluğum, artıyor.
Her gün bitiyor.
Her gün bir şeyler bitiyor.
Birilerini mutlu edip, onların yüzündeki huzurla mutlu olmaya çalıştım. Konuştum onlarla, sıkıntılarını dertlerini dinledim saatlerce; kafa patlattım, düşündüm onlar için. Ama yapamadım, onlar rahatladılar, belki mutlu da oldular, ama ben olamadım.
Sevdiğim, zevk aldığım işleri yaparak mutlu olmaya çalıştım; kafamı meşgul etmeye, düşünmemeye...
Onu da yapamadım.
Her yolu denedim.
İnan, her şeyi yaptım.
Ama gitmiyorsun, gidemiyorsun. Anılarımda yaşıyorsun.
Seni öldüremiyorum.
Hiç sönmeyecek bir yangın gibi.
Ya da sürekli baştan çalan bir şarkı gibi.
Belki de bir tanımlama yapıyor olmak bile yerinde değildir.
İnan, bilmiyorum.
Geçmiş canımı yakıyor.
Düşünmesem de rüyalarımda, kabuslarımda.
En azından 1 ay öncesine kadar huzuru bulduğumu söyleyebilirdim.
Birinin bana değer verdiğini hissedebiliyordum.
Her sabah metroda beni beklediğini bilmek, beni güvende hissettiriyordu.
Belki onu günün 1 saati görüyordum, ama bana o bile yetiyordu.
Ve nasıl oluyorsa, ertesi sabah o kadar çabuk geliyordu ki...
Her sabah, her sabah metroda onun yanında olmak bana huzur veriyordu.
Simit alıyordu ve gazete.
Aynı sayfayı okuyorduk, aynı satırları geçiyordu gözlerimiz. Sarılmadan çeviremiyordu sayfalarını gazetenin.
Sonra rastgele bir sayfasından bir küpür koparıp veriyorduk birbirimize.
Belki dünyanın en saçma şeyiydi ama bizi mutlu ediyordu.
Simiti yarıya bölmezdi hiç. Bölerse bizi de bölmüş sayılırmış. Hurafesine inanırdı sonuna kadar. Bende inandım.
Sonra bir gün böldü o simidi.
Anlamıştım gideceğini.
Hurafesine böylesine inanan bir adamın bu yaptığı, bir mesajdı bana.
Zaten o sabah ikimizde yemedik simitlerimizi.
Okumadık aldığı gazeteyi.
Küpür de vermedik birbirimize.
Zaten o sabah hiç gülmedi yüzlerimiz birbirimizi gördüğünde.
Zaten o sabah ayrı vagonlara bindik.
Anlamıştım gideceğini...
Dejavu gibiydi.
Daha öncesinde milyonlarca kez yaşadığım bir anlamaktı bu.
Sadece onu izledim o sabah.
Vücudunda ki o renkli çizgilerin, her bir dövmenin çizdiği o yolları izledim.
Ona bakmak bile huzur veriyordu.
Ama gidiyordu.
Hemde asılsız bir suçlamayla(!)
İnandıramadım onu.
İnandırmadım aslında, inandırmak istemedim.
Çünkü kendim bile inanmıyordum.
Sonra gitti, bir daha gelmeyeceğini söyleyerek.
Kaçıncı gidişti bu göz yumduğum.
Yine birileri giderken, kalıyordum ben.
Kader diye yazdıkları şeyde bu en başta geliyor sanırım.