23 Nisan 2015 Perşembe

Ağlasam da sesimi duymazsınız mısralarımda...

Ne kötü tanrım,  boğazında bir yumrukla yaşamak. Tam ses tellerinin üzerine oturmuş,  koskoca  bir yumrukla. Ne söylesen tam çıkacak,  ne bağırsan. Yuttuklarınsa üstüne ekten başka bir şey değil.
Her güzel  şeyin  bir sonu var derler, 
Keşke hayatım da güzel  olsaydı.
Ben ne yaşıyorum?
"Ne" diyorum.
Çünkü  ben bir "şey" yaşıyorum,  bir hayat değil. Çünkü  kitaplarda,  filmlerde, insanların kendi arasında anlatılan "hayat", bu değil.
Gece başımı yastığa  koyduğumda, göz kapaklarımın içinde boğuştuklarım, bu değil.
Kendinden daha aptal olduğunu bildiğin  birine tamah göstermek ne kadar doğrudur ki?
Peki,  insanlıktan  nasibini almamış birinden  insanlık  beklemek?
Ya da hepsini  geçtim, her şeyin merkezine oturttuğun o insandan her seferinde darbe yemeye,  ağzından çıkan zilyon kelimenin onun kalın  duvarlarına çarpıp birer füze  hızıyla yere patır patır düşmesine ne demeli ki?

Boş. Bomboş. Hiçbir şey için çabalıyoruz.
Hiçbir  şey için ağlıyoruz.
Hiçbir  şey için doğduk  ve hiçbir şey için ölüyoruz.
Ne,  nedir, nedendir?
Aklımın sınırları yok artık.
Düşündükçe ölen bir insandan,
Ne beklenir?

Keşke zamanın akışına  müdahale edebilsek.
Keşke bazı şeyler,  anlatılmaya gerek kalmadan anlaşılsa.
Keşke bazen,  daha fazla yorulmasak.

Benim,
Gücüm kalmadı.
Geri kalan yolda yürümekten bahsediyorsun da,
O gördüğün toz toprak,  üstüne  bastığın şey yol  değil,  benim.
Üstüme  basıp geçme yar,  diye şarkı bile yazmış adamlar. Çünkü tarih, tekerrürden ibaret.

Tanrı?
Naber?
Hadi bir takas yapalım.
Benim canım, onlara mutluluk.
Fazlasıyla adil.

Gözlerimi  kapıyorum.
Göz kapaklarımda başka hiçbir şey yok senden başka. Ama bazen,  keşke hiçbir şey olmasa.

Siyah.
Simsiyah bir  bilinmezliğe düşmüşüm yine.
Ben ne meçhul ne meczup.
Ben, araf.