"Nasılsın?" , dedim. Sorumun cevabının 'kötü' olduğunu bile bile.
"İyi değilim..." dedi.
İnsan, boğazına mesken kurmuş koca bir yumrukla konuşmaya çalışırken sesinin titremesine engel olamıyordu oysa ki. Ama sesim titrememişti.
"Üzülme" dedim, "senin yerine ben üzülürüm."
Telefonun soğuk ahizesinden kulağıma dolan titrek sesinden, yaşlarla dolan gözlerini görmek nasıl mümkündü?
Kendi gözlerime baktım camdaki yansımamda. Kendi gözlerimin dolduğunu bile farketmemişken, bu mümkünatın 'gözden uzak olanın gönülden uzak olmaması'ndan ötürü olduğuna emin oldum.
Kupkuru ağzımda ki tek bir tükürük tanesini boğazımdan aşağı zorlukla itelerken içimden bininci kez dua ettim 'Allahım, onu iyi et ne olursun.'
Lanet, uzak bir şehirde, elimde tuttuğum telefonun ufak deliklerinden kulağımı delip beynime kazınan robotik seslerin, beni bu denli üzmesine anlam veremedim.
Lanet ettim.
Sadece lanet.
Burada olmamayı diledim.
Onlardan uzak olmamayı.
İzmaritin ucunda tutuşmaya devam eden tütün süngere dayanırken derin bir iç çektim. Yumduğum göz kapaklarımın ardındaki karanlığa gömülürken, göz yaşlarımın yanaklarımı yakıp geçmesine müsaade ettim.
Gözlerimi açtığımda onun yanında olmak istedim, onların yanında. Ellerini tutmak, sarılmak, üzüntülerini paylaşıp onlardan eksiltmek istedim.
Dua ettim.
Allahım, kendim için değil, torununu kucağına almasına izin ver.
Benden al, ona ver.
22 Ekim 2015 Perşembe
Bir küçük dua...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)