Annem ve babam aramış. Setteydim. Kayıttan çıkınca aradım annemi. Sesi çok kötüydü, ağlamıştı.
"Melis, kızım..."
Aklıma gelen ilk şey; anneannemin ölmüş olma ihtimali. Annem devam etti;
"Kızım, deden vefat etti..."
"Ne?!..."
"Biz Kastamonu'ya gidiyoruz şimdi. Anneannen yarın ameliyata girecek, nüfus cüzdanını ben eve bıraktım. Onu alırsın, yarın hastaneye git. Teyzen yalnız kalmasın."
"Tamam..."
Her şey yavaşlamıştı bir anda sanki. Kafatasım açılmıştı ve içi tamamen yere dökülmüştü, bomboştu. Hiçbir şey düşünemedim. Sonra bir daha aradım annemi. Neden öldüğünü sordum. Durup dururken olmuş.
"Kalbim çok ağrıyor..." demiş. Hastaneye giderken, yolda olmuş işte... Babamı istedim sonra. Sesi çatallaşmıştı, ağlamaktan. Babasını kaybetmişti. Babasını... 2-3 senede bir görebildiğini babasını, hiçbir şeyi yokken, ani bir kalp kriziyle kaybetmişti. Nasıl ağlamayacaktı ki? Telefonu kapattım sonra, bende ağlamaya başladım. İnsanlara arkamı dönüp, ağladım uzunca bir süre. Düşündüm... Ben dedemi sevemedim hiç. İzin vermedi çünkü buna. Torunlarını severdi çok. Ama uzaktan. Ne de olsa tek oğlunun, kız çocuklarıydık. Hiç kızmadı bana, yanına bir kez bile olsun alıp sevmediği gibi. Hiç bağırmadı da, beni bir kez olsun "güzel torunum" diye çağırmadığı gibi. Ama bilirdim, severdi. O masmavi gözleriyle, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar göz göze gelmiştik sadece. Saygı duyardım dedeme. Bende severdim, uzaktan. Eski kafaydı biraz. Kardeşiyle bir araya geldiler mi, tüm köyden bahsederlerdi. Köydekilerden bahsederken bazen küfürler ederdi gülerek. Babam tek oğluydu onun, çok severdi. Ama dedem sevgisini pek gösteremezdi. Yine de anlardık biz. İstanbul'a alışamamıştı. Köyü her şeyiydi onun. Mutluydu orada. Her şeyi tamdı. Bir kez bile görmedim hastalandığını. Öksürmesi bile, boğazına bir şey takıldığındandı. Delikanlılara taş çıkartırdı o yaşında ki gücüyle. Gerçi daha kaç yaşındaydı ki... Aslına bakarsan, dedemin yaşını hiç bilmedim. Ben beni bildim bileli hiç değişmedi. Ne bir kırışıklık arttı, ne de bir kırışıklık azaldı. O kendi halinde, ailesiyle, kendi yaptığı evinde, köyünde mutluydu. Her şeyi tamdı. Oğlu eksikti bir tek. Ölmeden önce, tek isteğiydi belki de hepimizi bir arada görmek. Ama zamanı yoktu, bilmiyordu....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.