2 Eylül 2013 Pazartesi

Bazen bazı şeyler olmamış gibi davranmasını çok iyi beceririz. Hatta çoğunlukla. Ama bu çoğunluğun dışındaki zamanlarda bataklığın ortasına saplanıp kaldığımız gerçeğinden kaçamayız.
Yine öyle bir zamandayım. Çoğunluğun dışında bir zamanda. Kayboldum.
Demiştim kırılır dökülürüm diye, bundan birkaç yazı önce. Nitekim kırılıp dökülmeye çoktan başladım bile. Benliğimi kaybeder gibiyim.
Bazen olur size de; yorulduğunu dibine kadar hissedersin. Bedenen değil, ruhen bitikliğe ulaştığını. O kadar yorulmuşsundur ki, cam kırıkları gibi batar her yerine, en derine. Hissetmemen işten bile değildir. Hah işte, bildin mi? Tam olarak böyle bir hissiyat içindeyim. Bazı şeyler olmamış gibi davranmayı beceremiyorum. Sarhoş olunca gizleyemiyorum mesela. Üzülünce üzülmemiş gibi yapamıyorum. Kızınca kaşlarımı çatmadan edemiyorum. Korkunca, geri çekilmeden duramıyorum.
Korkuyorum. Evet, kelimenin tam anlamıyla korkuyorum. Çoğu şeyden. Ama en çok da, birine güvenmekten korkuyorum.
Aynı hikaye, farklı karakterler.
Değişmiyor senaryo.
Seviyorsun. Güveniyorsun. Üzülüyorsun. Çok üzülüyorsun. Sonrası meçhul zaten.
Birileri geliyor hayatıma. O kadar aşinayım ki bu gelmelere. Tam o sırada yorulduğum gerçeği yüzümü yumruklamaya başlıyor işte.
Kendimi en baştan birine anlatmak mı?
Bir başkasını en baştan tanımak mı?
Güven? O biraz beklesin.
Ben tüm bunları düşünürken, gelen çoktan gitmiş oluyor.
Gerçek aşk dedikleri şey de yok zaten.
Gerçek aşk varsa, tek boynuzlu at da var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.