Koca bir hayal kırıklığıydı yaşadığım. Hatta öyle büyüktü
ki, yıkılıp dağılırken çıkardığı sesi kulaklarımın en derininde duymuştum. O
an, sanki biri elini içime daldırıp kalbimi avcunun içinde acımasızca sıkarken
bir yandan da beynime kızgın şişler saplıyordu ve ruhumu da kezzap dolu bir
kazana daldırıp çıkarıyordu. Ne demem, ne yapmam ya da ne düşünmem gerektiğini
bilmiyordum. Herhangi bir detaya dair hiçbir şey düşünemiyor ve içinde
bulunduğum duruma herhangi bir çözüm getiremiyordum. Gecenin zifiri karalığında
bir labirentte yolumu bulmaya çalışıyor gibiydim ve yolumu aydınlatacak tek
ışığımı da kaybetmiştim. Parlaklığını aldığı kutsallığını yitirmişti ve ben
kinciydim. Yalnızca kinciydim ve hayatımda kendimden çok değer verdiğim tek
varlığa kin duymamak için kendimi bu denli kasma yoluna girmişken bir yandan
aklı selim davranmaya çalışmak benim için çok zorlayıcıydı. Danışacağım kimse,
ağlayacağım hiçbir omuz yoktu. Dışardaydım ve tüm günün sıcaklığına inat esen
serin rüzgarla huzur bulmaktı tek amacım. Ama olmadı. Girdiğim şok muydu,
cehennem miydi bilmiyordum. Üstümdeki ince ceket bile ağır geliyordu ki,
ruhumun bana ağır gelmesi o an için çok olası ve normal karşılanabilecek bir
şeydi. Kırılmış hissediyordum. Sonraysa kızgın. Hayal kırıklığının getirdiği
kızgınlığı yaşıyordum iliklerime kadar ve göz pınarlarıma iğneler batıyordu
sanki, göz yaşlarım çıkmak isteyerek birbiriyle ateşli bir kavgaya düşüyor ve
gözlerimi yakıyordu. Yine de, içim kadar bile karanlık olmayan ama düşüncelerim
kadar sonsuz gökyüzüne çevirdiğimde bakışlarımı, gözyaşlarımı geri göndermeyi
başarabilmiştim. Tek yapabildiğim ‘nasıl?’ diye sormaktı. Mantıklı
düşünebilecek bir zihnim kesinlikle kalmamıştı. Aslında o an için yapmak
istediğim, etrafımda ne varsa kırıp dökmek ve bunları yaparken de bir yandan
çığlık atarak ağlamak ve sonrasında her şeyi bırakıp, ama herşeyi, benliğimi
bile, koşarak gitmekti; nefesim kesilene kadar, göz yaşlarım bitene kadar,
belki de tüm gerçeklikten uzaklaşana kadar. Tüm ütopyalarım kirlenmiş,
ellerimin arasında kırılmış hayallerimle baş başa kalmıştım. Çıkmaz bir yolun
eşiğinde duvara çarpan nefeslerimle yüz yüzeydim; yüzleşmem gereken tüm
gerçeklerden kaçmak isterken hayatın en çekirdek gerçeğiyle yüzyüzeydim:
yaşıyordum kısacası ve duvardan sekip yüzüme geri dönen nefeslerimin varlığı
devam ettiği sürece gerçeklerden kaçmam asla mümkün olmayacaktı, aslında en
çokta buydu o an canımı sıkan. Ama her şeyden öte, kalbim un ufak olmuştu.
Kalbim, hayallerim, düşüncelerim, ruhum ve bedenim. Ellerim titrerken, derman
kalmayan bacaklarımın üzerinde durmaya çabalamak beni daha fazla yormaktan
başka bir işe yaramıyordu. Sonra adımlarımı dinledim. Beni götürdükleri yerde
bir iki şişe devirdim ve alev alev yanan gözlerime eklenen yanaklarıma bir de
dönen başım eşlik etti. Müzikler değişti, insanlar değişti, saatler değişti ama
ben aynı kaldım. Öylece, oturduğum yerde kala kaldım ve uyanmayı bekledim.
Birinin adımı seslenmesini ya da beni dürtmesini ve bu aptal kabustan uyanmayı
bekledim. Fakat hiçbir zaman olmadığı gibi, yine olmuyordu işte; beklediğim
hiçbir şey olmuyordu ve acı, içimi tüketmek istercesine koca bir katran karası
olarak içimde büyümeye devam ediyordu. Artık taşıyamacağımı hissettiğim acıyı
gözlerimden doğuruyordum. Yürüyordum, arşınlıyordum asfaltı fakat yol
geçiyordu, zaman geçiyordu, başka hiçbir haltın geçtiği yoktu. Sonu yoktu,
belki de olmayacaktı. Umutsuzdum, kırgın ve de her şeyden öte kızgındım.
Anlamak istiyordum, sadece anlayabilmeyi diliyordum. ‘Neden?’ diye soruyor ve
cevabını alabilmek istiyordum. Ve belki de, zaman istiyordum. Yine de zaman,
hiçbir haltın ilacı olmuyordu ve her şeyin üzerine kirli bir toprak atmaktan
başka bir işe yaradığı söylenemezdi. O toprağı temizleyip geçmişi tekrar açtığında
hem ellerin kirleniyor hem de canın daha çok sıkılıyordu hepsi bu; kirli bir
geçmiş oluyordu kısacası. Belki de,
diyordum, belki de gözlerimi kapatıp kendimi sonsuz boşluğa bıraksam geçerdi
ama dayanıyordum; hala neden olduğunu bilmeden, tüm olanlara dayanıyor ve
katlanıyordum. Gecenin karanlığı sarıyordu etrafımı ve dönen başım, birbirine
dolanan adımlarıma yardımcı olmasa da en azından sebepsiz gülüşlerime kaynak
oluyordu. Kafa değiştirmek istiyordum; kendi kafamı bırakmak ve yeni bir kafa edinebilmek, sorunsuz, sıkıntısız, temiz
bir kafa işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.