Onun şehrine kurşunlar yağıyordu, benim şehrime yağmur.
24 Haziran 2013 Pazartesi
Çok insanla konuştum. Hepsi farklı hikayeler bıraktı bende.
Bir keresinde, barda bir adamla karşılaşmıştım. "İçki ısmarlayabilir miyim?" dedi. Normalde terslerdim, ama yüzünde başka bir ifade vardı, üzgündü sanki, ve bu soruyu sorduğu için pişmandı. Sessizce onayladım. Bir bira ısmarladı. Birkaç zaman hiçbir şey demeden biralarımızı yudumlayıp oturduk öylece. Sonra o ikinci birayı söyledi ve konuşmaya başladı.
"Buraya sürekli gelen bir kız vardı. Gördüğüm ilk an çarpılmışa döndüm. Senin oturduğun yerde oturuyordu. Bir bar için fazla masumdu. Bembeyaz, pürüzsüz bir teni vardı. Yeşil büyük gözleri ve simsiyah saçları, beline kadar. Ben cesaretimi toplayana kadar gitti. Ama ikinci gün de oradaydı. Bu bir işaretti. Yanına gidip "İçki ısmarlayabilir miyim?" dedim, ama demez olaydım. Heyecandan sesim titredi, detone oldum, rezil oldum. Ama bazen de diyorum ki, iyi ki olmuş. Beni öyle duyduğunda ki gülüşünü asla unutmuyorum. Bir sürü kadın tanıdım hayatım boyunca. Ama o gülüş, eşsizdi."
Bana bunu neden anlatıyorsun, dedim. Bir an aptala döndü.
"Bazen anlatman gerekir. İçki ısmarlamamı yanlış anlama diye biraz da. O gittiğinden beri oraya oturan ilk kişisin. Bu da bir işaretti. Sana yavşamıyorum, yanlış anlama. Onu unutmam imkansız. Bu benim için bir gelenek gibi. Buraya her geldiğimizde ilk gün yaşadıklarımızı tekrarlardık, ona sayısız içki ısmarladım. Hiç sıkılmazdık. Sonra bir gün, yine burada otururken, içkisini içmedi. Ve öylece kalkıp gitti. Bazen, anlarsın. Ve sonrasında anlamamış olmayı dilersin ama çok geçtir. Bu da öyleydi. Giderken, bir daha dönmeyeceğini anlamıştım. Öyle işte. Sende git şimdi."
Sanki bana verilen bir emri yerine getirmem gerekiyormuş hissiyatına kapılarak kalktım oradan. O bara ikinci gittiğimde adam orada yoktu. Barmenle sohbet ederken sordum, nerede diye.
Ölmüş, dedi.
Ve o bara bir daha gitmedim.
Bir keresinde, barda bir adamla karşılaşmıştım. "İçki ısmarlayabilir miyim?" dedi. Normalde terslerdim, ama yüzünde başka bir ifade vardı, üzgündü sanki, ve bu soruyu sorduğu için pişmandı. Sessizce onayladım. Bir bira ısmarladı. Birkaç zaman hiçbir şey demeden biralarımızı yudumlayıp oturduk öylece. Sonra o ikinci birayı söyledi ve konuşmaya başladı.
"Buraya sürekli gelen bir kız vardı. Gördüğüm ilk an çarpılmışa döndüm. Senin oturduğun yerde oturuyordu. Bir bar için fazla masumdu. Bembeyaz, pürüzsüz bir teni vardı. Yeşil büyük gözleri ve simsiyah saçları, beline kadar. Ben cesaretimi toplayana kadar gitti. Ama ikinci gün de oradaydı. Bu bir işaretti. Yanına gidip "İçki ısmarlayabilir miyim?" dedim, ama demez olaydım. Heyecandan sesim titredi, detone oldum, rezil oldum. Ama bazen de diyorum ki, iyi ki olmuş. Beni öyle duyduğunda ki gülüşünü asla unutmuyorum. Bir sürü kadın tanıdım hayatım boyunca. Ama o gülüş, eşsizdi."
Bana bunu neden anlatıyorsun, dedim. Bir an aptala döndü.
"Bazen anlatman gerekir. İçki ısmarlamamı yanlış anlama diye biraz da. O gittiğinden beri oraya oturan ilk kişisin. Bu da bir işaretti. Sana yavşamıyorum, yanlış anlama. Onu unutmam imkansız. Bu benim için bir gelenek gibi. Buraya her geldiğimizde ilk gün yaşadıklarımızı tekrarlardık, ona sayısız içki ısmarladım. Hiç sıkılmazdık. Sonra bir gün, yine burada otururken, içkisini içmedi. Ve öylece kalkıp gitti. Bazen, anlarsın. Ve sonrasında anlamamış olmayı dilersin ama çok geçtir. Bu da öyleydi. Giderken, bir daha dönmeyeceğini anlamıştım. Öyle işte. Sende git şimdi."
Sanki bana verilen bir emri yerine getirmem gerekiyormuş hissiyatına kapılarak kalktım oradan. O bara ikinci gittiğimde adam orada yoktu. Barmenle sohbet ederken sordum, nerede diye.
Ölmüş, dedi.
Ve o bara bir daha gitmedim.
23 Haziran 2013 Pazar
"Bazı şeyleri kaldıramıyorsun değil mi?"
Bu soruyu sorduğu andan beri düşünüp duruyorum. Her saniye. Bir ses var kulağımda ve bana sürekli olarak bu soruyu soruyor. Soran adamı tanımıyorum. İlk kez konuşmuştuk. O yüzden ona zihnimde bir ses tonu verdim, sürekli soruyor. Belki o an konuştuğumuz şey üzerine sormuştu bu soruyu, ama öyle de olsa yine bu kadar derin sorgulardım. Bir şeylerin sorgulanması gerek artık. Bir şeylere cevap vermek gerek.
Bazı şeyleri kaldıramıyorum değil mi?
Bazı şeyler.
Bazı şeyler, neler?
İnsanları kaldıramıyorum mesela. İnsanların sorunlarını da kaldıramıyorum, en az onlar kadar.
Bazen müzikleri kaldıramadığım oluyor.
Çokça zaman geçmişi kaldıramıyorum.
Düşünmeyi kaldıramıyorum birde.
Ve düşündüklerimin içinden çıkamamayı da kaldıramıyorum.
İleriyi göremiyor olmayı kaldıramıyorum.
Yarı yolda bırakılmayı kaldıramıyorum.
Güvensizliğimi kaldıramıyorum.
Çok cevap var, ama kesin bir şey yok. Bunu da kaldıramıyorum.
Bu soruyu sorduğu andan beri düşünüp duruyorum. Her saniye. Bir ses var kulağımda ve bana sürekli olarak bu soruyu soruyor. Soran adamı tanımıyorum. İlk kez konuşmuştuk. O yüzden ona zihnimde bir ses tonu verdim, sürekli soruyor. Belki o an konuştuğumuz şey üzerine sormuştu bu soruyu, ama öyle de olsa yine bu kadar derin sorgulardım. Bir şeylerin sorgulanması gerek artık. Bir şeylere cevap vermek gerek.
Bazı şeyleri kaldıramıyorum değil mi?
Bazı şeyler.
Bazı şeyler, neler?
İnsanları kaldıramıyorum mesela. İnsanların sorunlarını da kaldıramıyorum, en az onlar kadar.
Bazen müzikleri kaldıramadığım oluyor.
Çokça zaman geçmişi kaldıramıyorum.
Düşünmeyi kaldıramıyorum birde.
Ve düşündüklerimin içinden çıkamamayı da kaldıramıyorum.
İleriyi göremiyor olmayı kaldıramıyorum.
Yarı yolda bırakılmayı kaldıramıyorum.
Güvensizliğimi kaldıramıyorum.
Çok cevap var, ama kesin bir şey yok. Bunu da kaldıramıyorum.
19 Haziran 2013 Çarşamba
YORULMUŞSAM DEMEK Kİ
Bazen ciddi anlamda yorulduğumu hissediyorum. Çabalarımın boşa olduğunu gördüğüm anlarda ise kafamı duvardan duvara vurasım geliyor.
Birileri geliyor ve gidiyorlar öylece hayatımdan. Artık kontrol edemiyorum. "Bıraktım akışına" diyorum, ama akmıyor.
Bir şeyler olsun istiyorum, iyi şeyler. Ama onlar da olmuyor.
Sıkılıyorum çoğunlukla. Bir kitapta okumuştum, "Evet sıkılıyoruz, belki de limondan daha çok." Sanırım tüm narenciyelerden daha fazla sıkıldığımı söyleyebilirim.
Bir yazıya başlıyorum ve yarım bırakıyorum diğerleri gibi.
Acaba benim yarım kalmalarım, yazılarımın karmasından mı kaynaklanıyor?
Ben böyle yarım kalmayı nereden öğrendim?
Hayal bile kuramıyorum artık. Fazlasıyla realistim, gereksiz bir aşırılıkla.
Kötünün kötüsünü düşünüyorum. Bir şeyler yapmak istiyorum, dile getiriyorum, dize getiremiyorum.
Unuttuklarımı hatırlamaya çalışıyorum. Resim çizmeye çalışıyorum, müzik dinlemeye çalışıyorum, çalışmaya çalışıyorum.
Rüyalarımı kaybettim. Ama yeni kabuslarım var.
Yalnızca bunaldım.
Fazlasıyla gelecek kaygısı taşıyorum.
Yalnızlıkta sınırlarımı zorluyorum ama yeni birine ihtiyacım olmadığını hissediyorum.
Hissettiğim tek şey yorgunluk. Fazlasıyla yorgunluk.
İnsanların güçlü olmaları için beynilerini sikiyorum ama ben güçlü duramıyorum.
Yıkılmıştım birkaç zaman önce. Ve birkaç zamandır dizlerimin üstünde yürüyorum, çok kanadılar ve aşındılar. Belki artık dizlerim yoktur. Bilmiyorum.
Düzlükte miyim, çukurda mı, tümsekte mi?
Önümü göremiyorum.
Gitmek istiyorum, gidemiyorum.
Sahi ne var beni buraya bağlayan? Dostlarım yok fazla, arkadaşlarsa her zaman bulunur diyorlar.
Belki annemi özlerim fazlasıyla, ama o da geçermiş 2 aya. Alışınca kolaymış oralar, öyle diyorlar. Sonra durup düşünüyorum yine, "Ya alışamazsam?"
Kurduğum cümleler de böyle bağımsız birbirlerinden, düşündüklerim gibi. Düşüncelerimi bir toplasam, hayal de kuracağım; cümlelerimi bir toplasam roman yazacağım.
Ama benden şimdilik bu kadar. Bundan bile yoruldum.
Birileri geliyor ve gidiyorlar öylece hayatımdan. Artık kontrol edemiyorum. "Bıraktım akışına" diyorum, ama akmıyor.
Bir şeyler olsun istiyorum, iyi şeyler. Ama onlar da olmuyor.
Sıkılıyorum çoğunlukla. Bir kitapta okumuştum, "Evet sıkılıyoruz, belki de limondan daha çok." Sanırım tüm narenciyelerden daha fazla sıkıldığımı söyleyebilirim.
Bir yazıya başlıyorum ve yarım bırakıyorum diğerleri gibi.
Acaba benim yarım kalmalarım, yazılarımın karmasından mı kaynaklanıyor?
Ben böyle yarım kalmayı nereden öğrendim?
Hayal bile kuramıyorum artık. Fazlasıyla realistim, gereksiz bir aşırılıkla.
Kötünün kötüsünü düşünüyorum. Bir şeyler yapmak istiyorum, dile getiriyorum, dize getiremiyorum.
Unuttuklarımı hatırlamaya çalışıyorum. Resim çizmeye çalışıyorum, müzik dinlemeye çalışıyorum, çalışmaya çalışıyorum.
Rüyalarımı kaybettim. Ama yeni kabuslarım var.
Yalnızca bunaldım.
Fazlasıyla gelecek kaygısı taşıyorum.
Yalnızlıkta sınırlarımı zorluyorum ama yeni birine ihtiyacım olmadığını hissediyorum.
Hissettiğim tek şey yorgunluk. Fazlasıyla yorgunluk.
İnsanların güçlü olmaları için beynilerini sikiyorum ama ben güçlü duramıyorum.
Yıkılmıştım birkaç zaman önce. Ve birkaç zamandır dizlerimin üstünde yürüyorum, çok kanadılar ve aşındılar. Belki artık dizlerim yoktur. Bilmiyorum.
Düzlükte miyim, çukurda mı, tümsekte mi?
Önümü göremiyorum.
Gitmek istiyorum, gidemiyorum.
Sahi ne var beni buraya bağlayan? Dostlarım yok fazla, arkadaşlarsa her zaman bulunur diyorlar.
Belki annemi özlerim fazlasıyla, ama o da geçermiş 2 aya. Alışınca kolaymış oralar, öyle diyorlar. Sonra durup düşünüyorum yine, "Ya alışamazsam?"
Kurduğum cümleler de böyle bağımsız birbirlerinden, düşündüklerim gibi. Düşüncelerimi bir toplasam, hayal de kuracağım; cümlelerimi bir toplasam roman yazacağım.
Ama benden şimdilik bu kadar. Bundan bile yoruldum.
12 Haziran 2013 Çarşamba
01.06
Hayatımda öyle bir acı yaşamamıştım. Ölümü koklamak gibiydi. Ki ben, her şeyden nem kapan, "bana dokunamayan yılan bin yaşasın" tarzı bir insanım; o gün orada ölümü gördüm.
Konsere gidecektik, yolun yarısında konserin daha sonraki bir tarihe ertelendiği mesajı geldi. Açıkçası konser olsa bile arkadaşlarımı ayartıp Taksim'e insanlara yardım etmeye gitmeyi planlıyordum. Nitekim gerek kalmadı ve bu durum işime geldi. Mecidiyeköy'deydim, arkadaşlarımı beklerken bir yandan Taksim'deki arkadaşlarımla konuşuyordum. Polislerin, tomaların olduğunu hazırda beklediklerini ama olumsuz bir durum olmadığını, ne olur ne olmaz yanımıza limon, maske vs almamızı söylediler. Ben diğerlerini beklerken Taksim'dekilerden mesaj geldi, "Gelmeyin!". O anın paniğini hayatımın hiçbir anında yaşamadım. Direk aradım sordum, gaz atmışlar "Yanıyoruz, sakın gelmeyin!" dedi. İki gündür zaten içim içimi yiyordu, şimdiyse arkadaşlarım orada zor durumdaydı. Sinirden gözlerim doldu, gitmeliydim onların yanına, ama hala beklediğim arkadaşlarım gelmemişti. Durakta sinirden kendi kendimi yiyordum. Yanımdaki iki adam Taksim'deki olaylardan bahsediyorlardı, "Ya ordakiler ideolojik yea bende gittim gördüm gaz yedim falan ama polis iyi yapıyo yani" derken uçan tekme atmak istedim o an ona. Ben orda arkadaşlarım Taksim'de herhangi bir zarar görebilir diye sinirden ağlamamak için kendimi zor tutuyorum, lavuk kalkmış polisler iyi yapıyor diyor. Derken, neyse ki arkadaşlarım gelebildiler. Hemen markete girip limon, süt, sirke ve yiyecek bişeyler aldık. Biz marketten çıktığımız sırada meydanda çArşı'dan gençlerin toplanıp bağırdıklarını falan gördük, onlarla gitmeye karar verdik. Üç kişi gitmektense yedi kişi gitmek daha güvenilir dedik. Üçken yedi olduk, yediyken bin olduk... Yürüdükçe büyüyorduk. Sonra Osmanbey'e ulaştık. Orada daha büyük bir kitle vardı. Bizde ki deli cesaretine bak, en öne kadar gittik. Kaldırımdaki bir mantarın üstüne çıkınca polisi çok net görebiliyorduk bile, o kadar öndeydik. Taksim'e giremedik, barikat vardı. Zaten biz oradayken Taksim'deki arkadaşlarım da kendilerini zor kurtarmış eve dönüyorlardı. İyi dedik en azından bir şey olursa buradakilere yardım ederiz. Orada dikilip insanlarla "direne direne kazanacağız" naraları atarken iki defa atraksiyon yaşadık. Polis gaz atıyor diye geri koştuk ama atmadılar. Bu olay iki kez yaşadıktan sonra, ne oldu anlamadım ama birden çığlıklar yükseldi. Ön taraftan bir gaz bulutu yükseldi, sonra art arda o gaz bombalarını fırlattıkları şeyden çıkan ateşleme sesini duydum. Sonra koştuğumu fark ettim. Koşarken yanıyordum. Nefes almak hiç o kadar yakmamıştı canımı. Gözlerimi kırpınca o kadar yanıyordu ki, kör olsam yeriydi. Mideme kadar yanıyordum. Derim yanıyordu. Gözlerimin çevresi yanıyordu. Koşuyordum, arkadaşlarımı tutuyordum bir yandan, bir yandan açamadığım gözlerimle yanımda yere düşen ve kalkamayan insanları görüyordum. Gözümü biraz açtığımda, sırtından tuttuğum arkadaşımın kafasının biraz üstünden gaz bombasının geçtiğini gördüm, ve sonra o gaz bombası ayağımın dibine düştü. Ölümdü etrafa yayılan, gaz değildi. Bir böcek gibi zehirliyorlardı bizi. Çığlıkların arasında insanların öğürmelerini duyuyordum, küfür ediyorlardı, "yardım edin!" diye bağırıyorlardı. Artık gözüm kapalı koşuyordum. Astım krizimin başlayacağını hissediyordum ama bünyeme söz geçirmeye çalışıyordum. Ağzım açık koşuyordum. Kapatsam burnumdan nefes alamıyordum. Ağzım açık, ciğerlerim cayır cayır yana yana koşuyordum. Ellerim iki arkadaşımın sırtında, onları kaybetmemek için sıkı sıkı tutuyordum. Sütü çıkardım, gözümü açamıyordum ama bir şekilde yarım da olsa görüp yüzlerine boca ettim. Sonra kendi yüzüme döktüm ama hala yanıyordum. Böyle bir acı yoktu... "Öleceğim" dedim, "şimdi burada düşüp öleceğim.". Sonrasını net hatırlamıyorum, sadece koştuk. O durumda bile insanlar koşarken birbirine çarptığında "pardon" diyorlardı. Hala gaz atıyorlardı, bir yere girdik. O an artık bünyeme söz geçiremediğimi fark ettim. Kriz başlamıştı, zaten alamadığım nefesi artık hiç alamıyordum. Arkamı döndüğümde bir adam elinde astım ilacını bana uzattı, melek gibi bir anda belirmişti. Tanımadığım bir adam, hayatımı kurtardı o gün, orada. Ciğerlerim hala yanıyordu. Gözümü açabilmiştim ama bu sefer kapattığımda yanıyordu cayır cayır. Süt döküyorduk yüzümüze, sirke kokluyorduk, süt içiyorduk zehirlenmemek adına. Hemen yanımda iki turist kız korku dolu ve ağlamaklı gözlerle bana bakıyordu. O an umursadığım tek şey ölümün bu kadar yakın oluşuydu. Korkuyordum, titriyordum, ağlamıyordum ama ağlamış kadar olmuştum. Hala yanıyordum. Teyzenin biri sığındığımız yerin kapısında yardım etmeye çalışıyordu elinde talcidli suyla. Onu öyle görünce içimden durakta söylenen adama kızdım, günlerce sosyal medya üstünden bu olaylara katılan ve direnenlere bok atanlara kızdım. Teyze talcidli suyla yüzümüzü yıkadı. Biraz daha iyiydim artık. Ama arkadaşlarımı öyle görünce tamamiyle iyi olduğumu hissedemiyordum. Biz oraya sığındığımızda gaz atmayı kesmişlerdi, çıkıp dışarı baktık. Ambulans geliyordu, demek ki yine yaralanan vardı. İnsanlar toparlanmaya çalışıyordu. Kusanı, ağlayanı, birilerine yardım edeni... Bir sürü insan vardı ama sanki bir insan vardı. Hiçbirini tanımıyordum ama sanki hep tanıyorduk birbirimizi. Benim için kesinlikle bir tramvaydı ve asla unutmayacaktım.
Diyorlar ya hala orda burda "üç beş ağaç için ne bu kadar yaygara?" diye, o insanların bizi anlamadığı gibi ben de onları hiçbir zaman anlamayacağım. Ama yine de biraz anlatayım:
Güzel kardeşim, olay zaten üç beş ağaç için değil. O kadar insan, bunca zamandır yaşanan her şeyi o kadar içine attı ki, artık o gün gezi parkındaki insanlara saldıran polis olayından sonra tutamadılar kendilerini. Evet olay en başında üç beş ağaçtı, polisin şerefsizlik yapmasına kadar. O durumdan sonra olay artık üç beş ağaçtan çıkıp, faşizme, diktatörlüğe, kapitalizme, insanların haklarının sömürülmesine, insanların orantısız güçle susturulmasına, Reyhanlı'da olanlara, ülkenin yarısından fazlasının satılmasına, medyanın insanları bunca zamandır uyutmasına, kutlanılması engellenen bayramlara, 1 Mayıs'ta olanlara, partilerin oy alabilmek adına insanlara demagoji yapmasına, farketmeye, farkettirmeye... ve daha bir sürü şeye döndü.
Sen hala uyu. Aman uyanma! Başımızda yeterince geri kafalı var zaten. Bir de sen uyanma!
Konsere gidecektik, yolun yarısında konserin daha sonraki bir tarihe ertelendiği mesajı geldi. Açıkçası konser olsa bile arkadaşlarımı ayartıp Taksim'e insanlara yardım etmeye gitmeyi planlıyordum. Nitekim gerek kalmadı ve bu durum işime geldi. Mecidiyeköy'deydim, arkadaşlarımı beklerken bir yandan Taksim'deki arkadaşlarımla konuşuyordum. Polislerin, tomaların olduğunu hazırda beklediklerini ama olumsuz bir durum olmadığını, ne olur ne olmaz yanımıza limon, maske vs almamızı söylediler. Ben diğerlerini beklerken Taksim'dekilerden mesaj geldi, "Gelmeyin!". O anın paniğini hayatımın hiçbir anında yaşamadım. Direk aradım sordum, gaz atmışlar "Yanıyoruz, sakın gelmeyin!" dedi. İki gündür zaten içim içimi yiyordu, şimdiyse arkadaşlarım orada zor durumdaydı. Sinirden gözlerim doldu, gitmeliydim onların yanına, ama hala beklediğim arkadaşlarım gelmemişti. Durakta sinirden kendi kendimi yiyordum. Yanımdaki iki adam Taksim'deki olaylardan bahsediyorlardı, "Ya ordakiler ideolojik yea bende gittim gördüm gaz yedim falan ama polis iyi yapıyo yani" derken uçan tekme atmak istedim o an ona. Ben orda arkadaşlarım Taksim'de herhangi bir zarar görebilir diye sinirden ağlamamak için kendimi zor tutuyorum, lavuk kalkmış polisler iyi yapıyor diyor. Derken, neyse ki arkadaşlarım gelebildiler. Hemen markete girip limon, süt, sirke ve yiyecek bişeyler aldık. Biz marketten çıktığımız sırada meydanda çArşı'dan gençlerin toplanıp bağırdıklarını falan gördük, onlarla gitmeye karar verdik. Üç kişi gitmektense yedi kişi gitmek daha güvenilir dedik. Üçken yedi olduk, yediyken bin olduk... Yürüdükçe büyüyorduk. Sonra Osmanbey'e ulaştık. Orada daha büyük bir kitle vardı. Bizde ki deli cesaretine bak, en öne kadar gittik. Kaldırımdaki bir mantarın üstüne çıkınca polisi çok net görebiliyorduk bile, o kadar öndeydik. Taksim'e giremedik, barikat vardı. Zaten biz oradayken Taksim'deki arkadaşlarım da kendilerini zor kurtarmış eve dönüyorlardı. İyi dedik en azından bir şey olursa buradakilere yardım ederiz. Orada dikilip insanlarla "direne direne kazanacağız" naraları atarken iki defa atraksiyon yaşadık. Polis gaz atıyor diye geri koştuk ama atmadılar. Bu olay iki kez yaşadıktan sonra, ne oldu anlamadım ama birden çığlıklar yükseldi. Ön taraftan bir gaz bulutu yükseldi, sonra art arda o gaz bombalarını fırlattıkları şeyden çıkan ateşleme sesini duydum. Sonra koştuğumu fark ettim. Koşarken yanıyordum. Nefes almak hiç o kadar yakmamıştı canımı. Gözlerimi kırpınca o kadar yanıyordu ki, kör olsam yeriydi. Mideme kadar yanıyordum. Derim yanıyordu. Gözlerimin çevresi yanıyordu. Koşuyordum, arkadaşlarımı tutuyordum bir yandan, bir yandan açamadığım gözlerimle yanımda yere düşen ve kalkamayan insanları görüyordum. Gözümü biraz açtığımda, sırtından tuttuğum arkadaşımın kafasının biraz üstünden gaz bombasının geçtiğini gördüm, ve sonra o gaz bombası ayağımın dibine düştü. Ölümdü etrafa yayılan, gaz değildi. Bir böcek gibi zehirliyorlardı bizi. Çığlıkların arasında insanların öğürmelerini duyuyordum, küfür ediyorlardı, "yardım edin!" diye bağırıyorlardı. Artık gözüm kapalı koşuyordum. Astım krizimin başlayacağını hissediyordum ama bünyeme söz geçirmeye çalışıyordum. Ağzım açık koşuyordum. Kapatsam burnumdan nefes alamıyordum. Ağzım açık, ciğerlerim cayır cayır yana yana koşuyordum. Ellerim iki arkadaşımın sırtında, onları kaybetmemek için sıkı sıkı tutuyordum. Sütü çıkardım, gözümü açamıyordum ama bir şekilde yarım da olsa görüp yüzlerine boca ettim. Sonra kendi yüzüme döktüm ama hala yanıyordum. Böyle bir acı yoktu... "Öleceğim" dedim, "şimdi burada düşüp öleceğim.". Sonrasını net hatırlamıyorum, sadece koştuk. O durumda bile insanlar koşarken birbirine çarptığında "pardon" diyorlardı. Hala gaz atıyorlardı, bir yere girdik. O an artık bünyeme söz geçiremediğimi fark ettim. Kriz başlamıştı, zaten alamadığım nefesi artık hiç alamıyordum. Arkamı döndüğümde bir adam elinde astım ilacını bana uzattı, melek gibi bir anda belirmişti. Tanımadığım bir adam, hayatımı kurtardı o gün, orada. Ciğerlerim hala yanıyordu. Gözümü açabilmiştim ama bu sefer kapattığımda yanıyordu cayır cayır. Süt döküyorduk yüzümüze, sirke kokluyorduk, süt içiyorduk zehirlenmemek adına. Hemen yanımda iki turist kız korku dolu ve ağlamaklı gözlerle bana bakıyordu. O an umursadığım tek şey ölümün bu kadar yakın oluşuydu. Korkuyordum, titriyordum, ağlamıyordum ama ağlamış kadar olmuştum. Hala yanıyordum. Teyzenin biri sığındığımız yerin kapısında yardım etmeye çalışıyordu elinde talcidli suyla. Onu öyle görünce içimden durakta söylenen adama kızdım, günlerce sosyal medya üstünden bu olaylara katılan ve direnenlere bok atanlara kızdım. Teyze talcidli suyla yüzümüzü yıkadı. Biraz daha iyiydim artık. Ama arkadaşlarımı öyle görünce tamamiyle iyi olduğumu hissedemiyordum. Biz oraya sığındığımızda gaz atmayı kesmişlerdi, çıkıp dışarı baktık. Ambulans geliyordu, demek ki yine yaralanan vardı. İnsanlar toparlanmaya çalışıyordu. Kusanı, ağlayanı, birilerine yardım edeni... Bir sürü insan vardı ama sanki bir insan vardı. Hiçbirini tanımıyordum ama sanki hep tanıyorduk birbirimizi. Benim için kesinlikle bir tramvaydı ve asla unutmayacaktım.
Diyorlar ya hala orda burda "üç beş ağaç için ne bu kadar yaygara?" diye, o insanların bizi anlamadığı gibi ben de onları hiçbir zaman anlamayacağım. Ama yine de biraz anlatayım:
Güzel kardeşim, olay zaten üç beş ağaç için değil. O kadar insan, bunca zamandır yaşanan her şeyi o kadar içine attı ki, artık o gün gezi parkındaki insanlara saldıran polis olayından sonra tutamadılar kendilerini. Evet olay en başında üç beş ağaçtı, polisin şerefsizlik yapmasına kadar. O durumdan sonra olay artık üç beş ağaçtan çıkıp, faşizme, diktatörlüğe, kapitalizme, insanların haklarının sömürülmesine, insanların orantısız güçle susturulmasına, Reyhanlı'da olanlara, ülkenin yarısından fazlasının satılmasına, medyanın insanları bunca zamandır uyutmasına, kutlanılması engellenen bayramlara, 1 Mayıs'ta olanlara, partilerin oy alabilmek adına insanlara demagoji yapmasına, farketmeye, farkettirmeye... ve daha bir sürü şeye döndü.
Sen hala uyu. Aman uyanma! Başımızda yeterince geri kafalı var zaten. Bir de sen uyanma!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)