Hayatımda öyle bir acı yaşamamıştım. Ölümü koklamak gibiydi. Ki ben, her şeyden nem kapan, "bana dokunamayan yılan bin yaşasın" tarzı bir insanım; o gün orada ölümü gördüm.
Konsere gidecektik, yolun yarısında konserin daha sonraki bir tarihe ertelendiği mesajı geldi. Açıkçası konser olsa bile arkadaşlarımı ayartıp Taksim'e insanlara yardım etmeye gitmeyi planlıyordum. Nitekim gerek kalmadı ve bu durum işime geldi. Mecidiyeköy'deydim, arkadaşlarımı beklerken bir yandan Taksim'deki arkadaşlarımla konuşuyordum. Polislerin, tomaların olduğunu hazırda beklediklerini ama olumsuz bir durum olmadığını, ne olur ne olmaz yanımıza limon, maske vs almamızı söylediler. Ben diğerlerini beklerken Taksim'dekilerden mesaj geldi, "Gelmeyin!". O anın paniğini hayatımın hiçbir anında yaşamadım. Direk aradım sordum, gaz atmışlar "Yanıyoruz, sakın gelmeyin!" dedi. İki gündür zaten içim içimi yiyordu, şimdiyse arkadaşlarım orada zor durumdaydı. Sinirden gözlerim doldu, gitmeliydim onların yanına, ama hala beklediğim arkadaşlarım gelmemişti. Durakta sinirden kendi kendimi yiyordum. Yanımdaki iki adam Taksim'deki olaylardan bahsediyorlardı, "Ya ordakiler ideolojik yea bende gittim gördüm gaz yedim falan ama polis iyi yapıyo yani" derken uçan tekme atmak istedim o an ona. Ben orda arkadaşlarım Taksim'de herhangi bir zarar görebilir diye sinirden ağlamamak için kendimi zor tutuyorum, lavuk kalkmış polisler iyi yapıyor diyor. Derken, neyse ki arkadaşlarım gelebildiler. Hemen markete girip limon, süt, sirke ve yiyecek bişeyler aldık. Biz marketten çıktığımız sırada meydanda çArşı'dan gençlerin toplanıp bağırdıklarını falan gördük, onlarla gitmeye karar verdik. Üç kişi gitmektense yedi kişi gitmek daha güvenilir dedik. Üçken yedi olduk, yediyken bin olduk... Yürüdükçe büyüyorduk. Sonra Osmanbey'e ulaştık. Orada daha büyük bir kitle vardı. Bizde ki deli cesaretine bak, en öne kadar gittik. Kaldırımdaki bir mantarın üstüne çıkınca polisi çok net görebiliyorduk bile, o kadar öndeydik. Taksim'e giremedik, barikat vardı. Zaten biz oradayken Taksim'deki arkadaşlarım da kendilerini zor kurtarmış eve dönüyorlardı. İyi dedik en azından bir şey olursa buradakilere yardım ederiz. Orada dikilip insanlarla "direne direne kazanacağız" naraları atarken iki defa atraksiyon yaşadık. Polis gaz atıyor diye geri koştuk ama atmadılar. Bu olay iki kez yaşadıktan sonra, ne oldu anlamadım ama birden çığlıklar yükseldi. Ön taraftan bir gaz bulutu yükseldi, sonra art arda o gaz bombalarını fırlattıkları şeyden çıkan ateşleme sesini duydum. Sonra koştuğumu fark ettim. Koşarken yanıyordum. Nefes almak hiç o kadar yakmamıştı canımı. Gözlerimi kırpınca o kadar yanıyordu ki, kör olsam yeriydi. Mideme kadar yanıyordum. Derim yanıyordu. Gözlerimin çevresi yanıyordu. Koşuyordum, arkadaşlarımı tutuyordum bir yandan, bir yandan açamadığım gözlerimle yanımda yere düşen ve kalkamayan insanları görüyordum. Gözümü biraz açtığımda, sırtından tuttuğum arkadaşımın kafasının biraz üstünden gaz bombasının geçtiğini gördüm, ve sonra o gaz bombası ayağımın dibine düştü. Ölümdü etrafa yayılan, gaz değildi. Bir böcek gibi zehirliyorlardı bizi. Çığlıkların arasında insanların öğürmelerini duyuyordum, küfür ediyorlardı, "yardım edin!" diye bağırıyorlardı. Artık gözüm kapalı koşuyordum. Astım krizimin başlayacağını hissediyordum ama bünyeme söz geçirmeye çalışıyordum. Ağzım açık koşuyordum. Kapatsam burnumdan nefes alamıyordum. Ağzım açık, ciğerlerim cayır cayır yana yana koşuyordum. Ellerim iki arkadaşımın sırtında, onları kaybetmemek için sıkı sıkı tutuyordum. Sütü çıkardım, gözümü açamıyordum ama bir şekilde yarım da olsa görüp yüzlerine boca ettim. Sonra kendi yüzüme döktüm ama hala yanıyordum. Böyle bir acı yoktu... "Öleceğim" dedim, "şimdi burada düşüp öleceğim.". Sonrasını net hatırlamıyorum, sadece koştuk. O durumda bile insanlar koşarken birbirine çarptığında "pardon" diyorlardı. Hala gaz atıyorlardı, bir yere girdik. O an artık bünyeme söz geçiremediğimi fark ettim. Kriz başlamıştı, zaten alamadığım nefesi artık hiç alamıyordum. Arkamı döndüğümde bir adam elinde astım ilacını bana uzattı, melek gibi bir anda belirmişti. Tanımadığım bir adam, hayatımı kurtardı o gün, orada. Ciğerlerim hala yanıyordu. Gözümü açabilmiştim ama bu sefer kapattığımda yanıyordu cayır cayır. Süt döküyorduk yüzümüze, sirke kokluyorduk, süt içiyorduk zehirlenmemek adına. Hemen yanımda iki turist kız korku dolu ve ağlamaklı gözlerle bana bakıyordu. O an umursadığım tek şey ölümün bu kadar yakın oluşuydu. Korkuyordum, titriyordum, ağlamıyordum ama ağlamış kadar olmuştum. Hala yanıyordum. Teyzenin biri sığındığımız yerin kapısında yardım etmeye çalışıyordu elinde talcidli suyla. Onu öyle görünce içimden durakta söylenen adama kızdım, günlerce sosyal medya üstünden bu olaylara katılan ve direnenlere bok atanlara kızdım. Teyze talcidli suyla yüzümüzü yıkadı. Biraz daha iyiydim artık. Ama arkadaşlarımı öyle görünce tamamiyle iyi olduğumu hissedemiyordum. Biz oraya sığındığımızda gaz atmayı kesmişlerdi, çıkıp dışarı baktık. Ambulans geliyordu, demek ki yine yaralanan vardı. İnsanlar toparlanmaya çalışıyordu. Kusanı, ağlayanı, birilerine yardım edeni... Bir sürü insan vardı ama sanki bir insan vardı. Hiçbirini tanımıyordum ama sanki hep tanıyorduk birbirimizi. Benim için kesinlikle bir tramvaydı ve asla unutmayacaktım.
Diyorlar ya hala orda burda "üç beş ağaç için ne bu kadar yaygara?" diye, o insanların bizi anlamadığı gibi ben de onları hiçbir zaman anlamayacağım. Ama yine de biraz anlatayım:
Güzel kardeşim, olay zaten üç beş ağaç için değil. O kadar insan, bunca zamandır yaşanan her şeyi o kadar içine attı ki, artık o gün gezi parkındaki insanlara saldıran polis olayından sonra tutamadılar kendilerini. Evet olay en başında üç beş ağaçtı, polisin şerefsizlik yapmasına kadar. O durumdan sonra olay artık üç beş ağaçtan çıkıp, faşizme, diktatörlüğe, kapitalizme, insanların haklarının sömürülmesine, insanların orantısız güçle susturulmasına, Reyhanlı'da olanlara, ülkenin yarısından fazlasının satılmasına, medyanın insanları bunca zamandır uyutmasına, kutlanılması engellenen bayramlara, 1 Mayıs'ta olanlara, partilerin oy alabilmek adına insanlara demagoji yapmasına, farketmeye, farkettirmeye... ve daha bir sürü şeye döndü.
Sen hala uyu. Aman uyanma! Başımızda yeterince geri kafalı var zaten. Bir de sen uyanma!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.