8 Eylül 2016 Perşembe
why does it hurt so bad
6 Eylül 2016 Salı
(
Ayaklarım gidiyor istemsizce ve ben nereye olduğunu bile bilmiyorum. Zihnim bulanık. Gözlerimle etrafı tarıyorum ama bana tanıdık gelen hiçbir şey yok. Ağaçların dallarına takılıyor ellerim ve çiziliyor derimin üstü ama umrumda değil gibi. İçimde daha çok acıyan yerler var. Zihnimin derinliklerinde, beynimin en ücralarını kemiren o ne idüğü belirsiz düşünceler. Sonra karşıma çıkıyorlar. Korkuyorum çokça. Bakıyorlar gözlerimin içine ve bekliyorlar, beni. Geri dönmek istiyorum. Ama durduğum yerde battığımı fark ederken her şeyin geç olduğunu biliyorum. Ve korkmak hiçbir sonuç getirmiyor önüme. Bana bakmaya devam ediyorlar ve kimse elini uzatmıyor. Bu boktan bataklıkta en dibe çekilirken, hallerine şükredecekleri bir beter oluyorum sadece. Fakat bataklık bile, üşüten sıcaklıklarından daha huzurlu.
Posted via Blogaway
24 Haziran 2016 Cuma
실망
24 Şubat 2016 Çarşamba
슬픔
Çiçek kokulu notalar bıraktım sessizliğinizde asılı,
acı anlaşılmazlıklar kusan parmak uçlarımla.
Vurdu tuşlar tellere ve kanadı her biri nağmeli çığlıklar eşliğinde.
Çok hüzünlüydü şarkımız ama,
Biri dans etti yine de.
Çok gözyaşı döktük ama,
Biri gelip sildi yine de.
Sonra sustuk çığlık çığlığa.
Kulaklarımız kanadı sessizliğimizde ve kapattık gözlerimizi gerçekliğe.
Ayaklarımızın altına saplanan çetrefilleri umursamadık ve yürüdük yine kendi bildiğimiz yoldan.
Kaybolunca sorduk akbabanın birine ve
"Burnunun dikine git!"
Dedi bize.
Bildiğimizi okuduk.
Burnumuzun dikine gittik.
Akbabalara yem olmamak için, birbirimizi uçurumda ittik.
Çok saçmaydı hikayemiz ama,
Biri okudu yine de.
Çok öldük hepimiz ama,
Biri ağladı yine de.
밤
Bu gece...
...Siyahın altında ezilen acılarımı topladım gökyüzünden.
Kirli avuçlarımın arasında, sanki her an kaçıp gidebileceklermiş gibi sıkı sıkıya tuttum onları ve ayaklarımın altında acımasızca çiğnediğim toprağın üstüne ufaladım parmak uçlarımla. Tuzlu göz yaşlarımla suladım ve bekledim acılarımın çiçek açmasını.
Bir avaz çığlıkla açan ilk çiçeği koparıp, kestim sesini. Diğerlerine de aynı şeyi yaptım ve bokluğun elli tonunu barındıran ellerimin arasında sıkıca tutup içimdeki çocuğun mezarlığının baş ucuna bıraktım acı çığlıklarımın karanlık çiçeklerini.
Soğuk mezar taşında kendimi gördüm.
Siyahtım.
Simsiyah.
Gökyüzü yarılsa ve Tanrı elini de uzatsa, aklanmazdım. Her bir zerreme işleyen katran karasını, yıllarca çamaşır suyunda da bekletseler beni, çıkaramazlardı.