27 Mayıs 2013 Pazartesi

Siz Bensiniz, Ben'sizim.

Cinayetler işliyorum kafamın içinde. Beni sinirlendiren insanlara türlü işkenceler yapıyorum.
Senaryolar yazıyorum zihnimde; kağıda döksem burada tutmazlar beni.
Kötü şeyler düşünüyorum hakkınızda.
İyiliğinizi istemiyorum.
Sevemiyorum. Sevemediğim gibi sevdirmiyorum.
Yalan söylüyorum; inanmayın bana.
Kendime de güvenmiyorum.
Öldürüyorum her maneviyatı.
İçiyorum. Kötü alışkanlığım ben.
Çocuklarınız benimle arkadaş olmamalı. Sigaraya başlatırım.
Pornoyum ben. Hunharca beceririm kulak zarlarınızı.
Ağız dolusu küfür ediyorum. Erkeklerden beterim.
Soyutum ben. Elle koklanmam, gözle duyulmam, kulakla görülmem, burunla hissedilmem.
Kinin kendisiyim ben. Bakmayın sizi seviyormuş gibi yaptığıma. Kuyu kazıyorum her gece.
Aşık oluyorum ben. Can yakıyorum. Yanıyorum.
İçiyorum. Kötü alışkanlığım ben. Beni okumamalısınız.
Kafama esince gidiyorum. Buyruğum ben. Bağlanmam.
Beklentiniz değilim ben. Beklemeyin.
Hayalciyim. Ama hırslı değilim.
Hepinizi öldürüyorum kafamda.
Henüz tanışmadıklarım için boş mezarlarım var, üzülmeyin.
Sizim ben.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Başka birininmiş gibi bakıyordu ayaklarına.
"Vücudumda en sevmediğim uzvum ayaklarım.", dedi.
Oysa düzgündü ayakları, ince ve şekilliydi. Ama hep kendinde bir kusur görmek isterdi.

-Sevmedin beni hiç, dedi.
-Sarhoşsun.
-Hiç sevmedin.
-Giy hadi şu ayakkabılarını da gidelim.
-Seni mutlu edemedim, ondan gittin.
-Saçmalama da ceketini al.
-Ne kadar kalabalık.
-Kimse kalmadı, kör müsün?
-Sen çok kalabalıksın. O yüzden sevemedin beni. Karar veremediğin için.
-Saçmalıyorsun ve sarhoşsun. Ne diyeceğim ben şimdi ablana.
-Ablam burada değil. Otobüs şu duraktan kalkıyor, hatırlıyor musun seni ilk orada öpmüştüm. Çok kızmıştın. Sonra bende kendime çok kızdım.
-Hatırlıyorum. Kızmak istememiştim ama ne yapacağımı da bilememiştim.
-Neden otobüse binmedik?
-Saat gecenin 3'ü.
-Ben veririm taksinin parasını.
-Ne taksisi, eve geldik.
-Işığı açar mısın, son kez seni görmek istiyorum.
-Işık zaten açık. Ölecekmişsin gibi konuşma.
-Sen gidince bir yarım ölecek.
-...
-Eskisi gibi değilsin.
-Neden?
-Saçların sigara kokuyor. Bırakmalısın o mereti.
-Sen de alkolü bırakmalısın.
-Seni iyi hatırlamak için bu kadar içtim.
-Uyu artık.
-Midem bulanıyor, sanırım kusucam.
-Kustun zaten.
-Özür dilerim beni böyle görmeni istememiştim. Yine bencillik yaptım.
-Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Biz birbirimizi böyle de sevdik.
-Sevmedin ki...
-Yalvarırım uyu.
-Yalvarırım gitme.
-Buradayım. Yan koltukta.
-Seni görebiliyorum. Çok güzelsin. Keşke sevseydin., dedi ve uyudu.
-Seni gerçekten sevdim...

Sabah olduğunda o uyanmadan çıktım.
Ertesi gece aradı.
"Hiçbir şey söylemene gerek yok. Uzatmayacağım zaten. Sadece kendine çok iyi bak." dedi ve kapattı. Onları söylerken sesinin titreyişinden ses telleri akıp gidiyordu adeta.
Ona, onu sevdiğimi söylemek istedim ama hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüp vazgeçtim.
Ben hep vazgeçerdim.
Güçsüzdüm, duygular karşısında.
Birine bağlanmaya cesaretim yoktu.
Üzülmeyelim istedim.
Ama yine üzüldük.
Gerçi, zamanla geçer derler.
Zamanla...

14 Mayıs 2013 Salı

''Sarı elbisemi mi giysem yoksa pembeyi mi yok yok kırmızı bluzumla beyaz pantolon en iyisi ama bunlar da çok klişe en iyisi siyah dar elbiseyi giymek ama bu da çok iddialı olmaz mı ? İlk günden korkutmamak lazım. O zaman kot pantolonumla siyah bluzumu giyeyim altına da bez ayakkabılarımı, hem şık hem sade. Saçlarımı da düzleştirdim mi tamamdır.''
Bu heyecanla kalkmıştım o gün yataktan. Tüm telaşımla hazırlanıp sözleştiğimiz yere 5 dakika kala gitmiştim. ''Makyajım bozulmuş muydu acaba? Bu bez ayakkabıları da nerden giydim çok kötü duruyorlar...''
Bunlar aklımdan geçerken karşıdan beni izlediğini fark ettim. Masaya hızlı adımlarla gittim.
"Telaşlanacak ne vardı diğerleri gibiydi işte. Hoş, diğerlerine haksızlık olurdu bu daha da yakışıklıydı ''.
Konuşma faslına geçtiğimizde gözlerimin en iç noktasındaydı gözleri, etkilenmiştim doğrusu. Nazik tavırları, muzip ama yerinde gülümsemeleri dikkatimi çekmeye başladı. Kendinden emin tavrı sinirimi bozsada başımı döndürmüştü. Üzerime titrer gibi bir hali vardı. Elleri erkek eline göre çok bakımlıydı. Parfümü hiç de fena değilmiş aslında, günün başında bayat bir koku olduğunu düşünmüştüm oysa.
Etkilemek için yaptığı her manevra başarılı çıkmıştı gün boyunca.
Gecenin sonunda kurbağa, prense dönüşmüştü. Nerden bilebilirdim prensesin öpücüğüyle prense dönüşen kurbağanın, masalın sonunda prensesi kurbağaya çevireceğini.
Günler geçtikçe heyecanlar çoğalmıştı, paylaşımlar birbirini kovalıyordu. Her günün sonunda aşık kalan elde ben... Kendimi tanıyamaz olmuştum. Daha doğrusu ondan sonra kendime hiç rastlamadım. Ona gittiğim yolda ilk önce saygıya rastladım, arka sokakta şehveti gördüm, köşeyi döndüğümde sevgi bana bakıyordu; yolun sonunda ise aşk beni bekliyordu her seferinde.
Yatağının çarşafında kadınlığımın kokusunu aldım ilk defa.
Bakışlarında kış ayında yazı yaşadım.
Kollarında küçük bir kız çocuğu edasında kıvrandım.
Odasının duvarlarına ellerimi bıraktım, fincanında dudaklarımı buldum, bedeninde bedenimi keşfettim.
Parfüm kullanmıyordum artık, onun kokusundan daha güzel değildi ki hiçbir koku.
En uzun ayrılığımız 10 gün sürmüştü ,nasıl da özlemişti, sevişinden belliydi.
Kavgalar işin cilvesiydi, her kavga yerini hırçın sevişmeye bırakıyordu.
Aradan bir buçuk yıl geçmişti, asla unutamayacağım bir buçuk yıl.
Sonu gelmişti. Gitmek istedi gitti. Belli ki heyecanını yitirmişti, sevgisi bitmişti. Belki de sıkılmıştı sebebi yoktu, belki de vardı. Giden oydu... Kalan ne bilirdi, ona göre bu kadar kolay bitemezdi. Nasıl olsa dönecekti, özleyecekti, özlememesi imkansızdı.
8 ay sonra ancak inanabildim gittiğine. Kendime gelmem ise bir yılımı aldı.
Aşk ise var mıydı...? Öyle bir duygu hatırlamıyorum şimdilerde.
Pişman olmadım hiçbir yaşadığıma, bugün olsa yine yaşardım. Kalpsiz olarak anmadım adını, kızgın da değilim ona.
Son sevişmemiz kadar hüzün vermiyor anıları hatırlamak. Özlüyorum bazen... Hırçınlaşıyorum, arada gözlerim doluyor, ağlamaklı...
Konuşmuyorum kimseyle, boğazıma toz kaçıyor kimi zaman. Zaten bir varmış bir yokmuş misali yaşamıyor muydu insanoğlu. Varlığını doyasıya yaşamışsan, yokluğuna da göğüs germesini bilmelisin. Yoksa ilk önce kendine sonra yaşanmışlıklara saygısızlık edersin.

6 Mayıs 2013 Pazartesi



Kafası öne eğikti. Birden heyecanla kaldırdı başını, bir şeyler söylemeye hazırlandı, boğazını temizledi. Kendinden en emin haliydi, biliyordum o suratı. Başladı bir Ahmet Telli okumaya;

-Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
...

Bütün şiiri okudu. Öylece durup dinledim. O ise, sadece okudu.
İkimizinde kafası güzeldi, uçmuştuk.
Nereden çıktı şimdi bu şiir?
Olduğum yerde dönüyormuşum gibi hissediyorum.
Bu şiir bu kadar uzun muydu, yoksa o mu uzatıyor?
Bir sürü soru soruyordum kendime. Korkuyordum bu şiiri okuduğu için.

"Uçurum diyordun, bir aşk uçurum özlemidir. Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna..." derken elimi tuttu, irkilip çektim elimi geri. 
Gözlerini gözlerime dikmiş, okuyordu. Kaçırıyordum, yine buluyordu.
Sonra bitti şiir.
Paketten bir sigara çıkarıp koydu ağzına. Gecenin sessizliğinde yankılandı çakmağın sesi.
Derin bir nefes çekti sigarasından.
Dumanını bırakırken:
-Sen, sen bana dokunuyorsun. dedi. Ruhumu acıtıyorsun, yüreğimde bir yerleri çok acıtıyorsun, ama bu inanılmaz güzel bir şey.
Tanrım! Yalvarırım masaya bomba falan düşsün, şimşek çaksın balkon yansın, bir şey olsun ve şu romantik ortam yok olsun. Ne oldu bu adama böyle? Nereden çıkarıyor şimdi tüm bunları?

-İyi ki geldin, iyi ki. Bu neye benziyor biliyor musun? Yağmur sonrası gökkuşağı gibi. Sen, benim gökkuşağımsın.

Muhabbeti taşşağa vurmalıyım. Yoksa daha da kötüye gidecek. Ben ters insanım, inanırım, dökülüveririm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım yanar.
Uçmuşluğun verdiği mallıkla:
-Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle. On bin? Yirmi bin? ,dedim yeşilçam ağzıyla.

Güldü esprime. Güzel, bozmuştum romantizmi, devamını getirmeliyim şimdi bir şekilde.
Sigarasından daha derin bir duman çekti, başını yukarı kaldırıp üfledi ve tavana yükselen dumanı izledi.
Bana bakarken ona bakmaya çekiniyordum. Ama bana bakmadığı zamanlarda onu izlemek dünyanın en güzel şeyiydi.

-Bu da senin numaran, dedi. Zırhının delinmesini istemiyorsun, hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun. Aslında, sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki. Böyle bir numaraya gerek yok, koy ver gitsin.

Dünyanın en korkunç oyunculuklarına taş çıkarırcasına kötü kadın gülüşü attım. Ama yemedi. Saatlerce bana sevgi sözcükleri kusup durdu.

-Korkulacak bir şey yok, ben sana ne yapabilirim ki? dedi.
-Çok şey... dedim. "Çok şey" derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen toparlayıp yeşilçam ağzıyla 2 kez daha "çok şey" dedim, ama ikisinde de kendi sesim çıktı.
Sonra... Sonra sustuk ikimizde. Ben hala durduğum yerde dönüyordum.
Ne masaya bomba düşmüştü, ne de şimşek çakıp balkon yanmıştı.
Bomba düşen yer benim kalbimdi, şimşek çakıp da tutuşan yer içimdeydi.
Son kalan sigarayı yaktım:
-Çocuğum ben, ve bu dünya hiç bana göre değil. dedim.

Gözünden bir damla yaş, yanaklarından süzülüp dudaklarının arasına sızdı.

Ertesi gün, aklıma fena düştü, aradım. O ”Alo.. aloo” dedi, ben sustum.
Aniden, "Sessizliğinde bile yeşilçam jargonu var...” dedi. Anlamıştı. Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı.
”Ne fena değil mi?” diye sürdürdü. ”İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır. Sevilince de ödü patlar.”
Sustum.
”Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi.” dedi. ”Ve sakın üzülme. O öyle nalet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.”
Yine sessizlik.
Derken, Ayhan Işık gibi son cümlesini söyledi; ”Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun. Boş ver. Ne diyorlardı? Gençsin, unutursun.”
Genç miyim, unutur muyum? 
Telefonu kapadım. 
Gökyüzünü yararcasına şimşek çaktı.

5 Mayıs 2013 Pazar

Bu sabah kendime yabancı uyandım.
Başımın ağrısından ikiye ayrılmışım, benliğim çatlaktan akıp gitmiş.
Böyle uzak, böyle yalnız uyanmamıştım.
Koskoca bir boşluk var içimde.
Neyin boşluğu bilmiyorum. Tek bildiğim, elimi sürdüğüm her şeyin bok olduğu.
Dün gece, kendimi kaybeden kadar, ne bulursam içtim. Belki de bu yüzden kendime yabancı uyandım. Evet evet. Bu yüzden. Başka mantıklı açıklaması olamaz. Çünkü bu uyandığım sabah, benim değil. Bu eller, bu baş, bu ayaklar benim değil. Bu gördüğüm gözler benim değil.
Peki ya kimin?
Geri getirin beni bana.
Beni ben yapanları, geri getirin.
Geri gelin.