Kafası öne eğikti. Birden heyecanla kaldırdı başını, bir şeyler söylemeye hazırlandı, boğazını temizledi. Kendinden en emin haliydi, biliyordum o suratı. Başladı bir Ahmet Telli okumaya;
-Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
...
Bütün şiiri okudu. Öylece durup dinledim. O ise, sadece okudu.
İkimizinde kafası güzeldi, uçmuştuk.
Nereden çıktı şimdi bu şiir?
Olduğum yerde dönüyormuşum gibi hissediyorum.
Bu şiir bu kadar uzun muydu, yoksa o mu uzatıyor?
Bir sürü soru soruyordum kendime. Korkuyordum bu şiiri okuduğu için.
"Uçurum diyordun, bir aşk uçurum özlemidir. Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna..." derken elimi tuttu, irkilip çektim elimi geri.
Gözlerini gözlerime dikmiş, okuyordu. Kaçırıyordum, yine buluyordu.
Sonra bitti şiir.
Paketten bir sigara çıkarıp koydu ağzına. Gecenin sessizliğinde yankılandı çakmağın sesi.
Derin bir nefes çekti sigarasından.
Dumanını bırakırken:
-Sen, sen bana dokunuyorsun. dedi. Ruhumu acıtıyorsun, yüreğimde bir yerleri çok acıtıyorsun, ama bu inanılmaz güzel bir şey.
Sonra bitti şiir.
Paketten bir sigara çıkarıp koydu ağzına. Gecenin sessizliğinde yankılandı çakmağın sesi.
Derin bir nefes çekti sigarasından.
Dumanını bırakırken:
-Sen, sen bana dokunuyorsun. dedi. Ruhumu acıtıyorsun, yüreğimde bir yerleri çok acıtıyorsun, ama bu inanılmaz güzel bir şey.
Tanrım! Yalvarırım masaya bomba falan düşsün, şimşek çaksın balkon yansın, bir şey olsun ve şu romantik ortam yok olsun. Ne oldu bu adama böyle? Nereden çıkarıyor şimdi tüm bunları?
-İyi ki geldin, iyi ki. Bu neye benziyor biliyor musun? Yağmur sonrası gökkuşağı gibi. Sen, benim gökkuşağımsın.
Muhabbeti taşşağa vurmalıyım. Yoksa daha da kötüye gidecek. Ben ters insanım, inanırım, dökülüveririm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım yanar.
Uçmuşluğun verdiği mallıkla:
-Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle. On bin? Yirmi bin? ,dedim yeşilçam ağzıyla.
Güldü esprime. Güzel, bozmuştum romantizmi, devamını getirmeliyim şimdi bir şekilde.
Sigarasından daha derin bir duman çekti, başını yukarı kaldırıp üfledi ve tavana yükselen dumanı izledi.
Bana bakarken ona bakmaya çekiniyordum. Ama bana bakmadığı zamanlarda onu izlemek dünyanın en güzel şeyiydi.
-Bu da senin numaran, dedi. Zırhının delinmesini istemiyorsun, hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun. Aslında, sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki. Böyle bir numaraya gerek yok, koy ver gitsin.
Dünyanın en korkunç oyunculuklarına taş çıkarırcasına kötü kadın gülüşü attım. Ama yemedi. Saatlerce bana sevgi sözcükleri kusup durdu.
-Korkulacak bir şey yok, ben sana ne yapabilirim ki? dedi.
-Çok şey... dedim. "Çok şey" derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen toparlayıp yeşilçam ağzıyla 2 kez daha "çok şey" dedim, ama ikisinde de kendi sesim çıktı.
Sonra... Sonra sustuk ikimizde. Ben hala durduğum yerde dönüyordum.
Ne masaya bomba düşmüştü, ne de şimşek çakıp balkon yanmıştı.
Bomba düşen yer benim kalbimdi, şimşek çakıp da tutuşan yer içimdeydi.
Son kalan sigarayı yaktım:
-Çocuğum ben, ve bu dünya hiç bana göre değil. dedim.
Gözünden bir damla yaş, yanaklarından süzülüp dudaklarının arasına sızdı.
Ertesi gün, aklıma fena düştü, aradım. O ”Alo.. aloo” dedi, ben sustum.
Aniden, "Sessizliğinde bile yeşilçam jargonu var...” dedi. Anlamıştı. Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı.
”Ne fena değil mi?” diye sürdürdü. ”İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır. Sevilince de ödü patlar.”
Sustum.
”Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi.” dedi. ”Ve sakın üzülme. O öyle nalet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.”
Yine sessizlik.
Derken, Ayhan Işık gibi son cümlesini söyledi; ”Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun. Boş ver. Ne diyorlardı? Gençsin, unutursun.”
Genç miyim, unutur muyum?
-İyi ki geldin, iyi ki. Bu neye benziyor biliyor musun? Yağmur sonrası gökkuşağı gibi. Sen, benim gökkuşağımsın.
Muhabbeti taşşağa vurmalıyım. Yoksa daha da kötüye gidecek. Ben ters insanım, inanırım, dökülüveririm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım yanar.
Uçmuşluğun verdiği mallıkla:
-Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle. On bin? Yirmi bin? ,dedim yeşilçam ağzıyla.
Güldü esprime. Güzel, bozmuştum romantizmi, devamını getirmeliyim şimdi bir şekilde.
Sigarasından daha derin bir duman çekti, başını yukarı kaldırıp üfledi ve tavana yükselen dumanı izledi.
Bana bakarken ona bakmaya çekiniyordum. Ama bana bakmadığı zamanlarda onu izlemek dünyanın en güzel şeyiydi.
-Bu da senin numaran, dedi. Zırhının delinmesini istemiyorsun, hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun. Aslında, sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki. Böyle bir numaraya gerek yok, koy ver gitsin.
Dünyanın en korkunç oyunculuklarına taş çıkarırcasına kötü kadın gülüşü attım. Ama yemedi. Saatlerce bana sevgi sözcükleri kusup durdu.
-Korkulacak bir şey yok, ben sana ne yapabilirim ki? dedi.
-Çok şey... dedim. "Çok şey" derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen toparlayıp yeşilçam ağzıyla 2 kez daha "çok şey" dedim, ama ikisinde de kendi sesim çıktı.
Sonra... Sonra sustuk ikimizde. Ben hala durduğum yerde dönüyordum.
Ne masaya bomba düşmüştü, ne de şimşek çakıp balkon yanmıştı.
Bomba düşen yer benim kalbimdi, şimşek çakıp da tutuşan yer içimdeydi.
Son kalan sigarayı yaktım:
-Çocuğum ben, ve bu dünya hiç bana göre değil. dedim.
Gözünden bir damla yaş, yanaklarından süzülüp dudaklarının arasına sızdı.
Ertesi gün, aklıma fena düştü, aradım. O ”Alo.. aloo” dedi, ben sustum.
Aniden, "Sessizliğinde bile yeşilçam jargonu var...” dedi. Anlamıştı. Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı.
”Ne fena değil mi?” diye sürdürdü. ”İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır. Sevilince de ödü patlar.”
Sustum.
”Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi.” dedi. ”Ve sakın üzülme. O öyle nalet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.”
Yine sessizlik.
Derken, Ayhan Işık gibi son cümlesini söyledi; ”Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun. Boş ver. Ne diyorlardı? Gençsin, unutursun.”
Genç miyim, unutur muyum?
Telefonu kapadım.
Gökyüzünü yararcasına şimşek çaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.