14 Mayıs 2013 Salı

''Sarı elbisemi mi giysem yoksa pembeyi mi yok yok kırmızı bluzumla beyaz pantolon en iyisi ama bunlar da çok klişe en iyisi siyah dar elbiseyi giymek ama bu da çok iddialı olmaz mı ? İlk günden korkutmamak lazım. O zaman kot pantolonumla siyah bluzumu giyeyim altına da bez ayakkabılarımı, hem şık hem sade. Saçlarımı da düzleştirdim mi tamamdır.''
Bu heyecanla kalkmıştım o gün yataktan. Tüm telaşımla hazırlanıp sözleştiğimiz yere 5 dakika kala gitmiştim. ''Makyajım bozulmuş muydu acaba? Bu bez ayakkabıları da nerden giydim çok kötü duruyorlar...''
Bunlar aklımdan geçerken karşıdan beni izlediğini fark ettim. Masaya hızlı adımlarla gittim.
"Telaşlanacak ne vardı diğerleri gibiydi işte. Hoş, diğerlerine haksızlık olurdu bu daha da yakışıklıydı ''.
Konuşma faslına geçtiğimizde gözlerimin en iç noktasındaydı gözleri, etkilenmiştim doğrusu. Nazik tavırları, muzip ama yerinde gülümsemeleri dikkatimi çekmeye başladı. Kendinden emin tavrı sinirimi bozsada başımı döndürmüştü. Üzerime titrer gibi bir hali vardı. Elleri erkek eline göre çok bakımlıydı. Parfümü hiç de fena değilmiş aslında, günün başında bayat bir koku olduğunu düşünmüştüm oysa.
Etkilemek için yaptığı her manevra başarılı çıkmıştı gün boyunca.
Gecenin sonunda kurbağa, prense dönüşmüştü. Nerden bilebilirdim prensesin öpücüğüyle prense dönüşen kurbağanın, masalın sonunda prensesi kurbağaya çevireceğini.
Günler geçtikçe heyecanlar çoğalmıştı, paylaşımlar birbirini kovalıyordu. Her günün sonunda aşık kalan elde ben... Kendimi tanıyamaz olmuştum. Daha doğrusu ondan sonra kendime hiç rastlamadım. Ona gittiğim yolda ilk önce saygıya rastladım, arka sokakta şehveti gördüm, köşeyi döndüğümde sevgi bana bakıyordu; yolun sonunda ise aşk beni bekliyordu her seferinde.
Yatağının çarşafında kadınlığımın kokusunu aldım ilk defa.
Bakışlarında kış ayında yazı yaşadım.
Kollarında küçük bir kız çocuğu edasında kıvrandım.
Odasının duvarlarına ellerimi bıraktım, fincanında dudaklarımı buldum, bedeninde bedenimi keşfettim.
Parfüm kullanmıyordum artık, onun kokusundan daha güzel değildi ki hiçbir koku.
En uzun ayrılığımız 10 gün sürmüştü ,nasıl da özlemişti, sevişinden belliydi.
Kavgalar işin cilvesiydi, her kavga yerini hırçın sevişmeye bırakıyordu.
Aradan bir buçuk yıl geçmişti, asla unutamayacağım bir buçuk yıl.
Sonu gelmişti. Gitmek istedi gitti. Belli ki heyecanını yitirmişti, sevgisi bitmişti. Belki de sıkılmıştı sebebi yoktu, belki de vardı. Giden oydu... Kalan ne bilirdi, ona göre bu kadar kolay bitemezdi. Nasıl olsa dönecekti, özleyecekti, özlememesi imkansızdı.
8 ay sonra ancak inanabildim gittiğine. Kendime gelmem ise bir yılımı aldı.
Aşk ise var mıydı...? Öyle bir duygu hatırlamıyorum şimdilerde.
Pişman olmadım hiçbir yaşadığıma, bugün olsa yine yaşardım. Kalpsiz olarak anmadım adını, kızgın da değilim ona.
Son sevişmemiz kadar hüzün vermiyor anıları hatırlamak. Özlüyorum bazen... Hırçınlaşıyorum, arada gözlerim doluyor, ağlamaklı...
Konuşmuyorum kimseyle, boğazıma toz kaçıyor kimi zaman. Zaten bir varmış bir yokmuş misali yaşamıyor muydu insanoğlu. Varlığını doyasıya yaşamışsan, yokluğuna da göğüs germesini bilmelisin. Yoksa ilk önce kendine sonra yaşanmışlıklara saygısızlık edersin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.