4 Eylül 2011 Pazar

BİRİLERİ HEP GİDER

Ve evet, birileri yine gitti sevgili okuyucu. Çünkü hep böyle olur.
Gelir...
Hayatına girer...
Bi bakarsın onsuz günün geçmez olmuş...
Bi bakarsın... o YOK.
Bu düzen böyle işler. Ve bir düzende sabit kalan bir şeyler vardır mutlaka. Bu düzende sabit benim, değişkenler gidenler.
Ve evet, birileri yine gitti. Aslında bu böyle olmak zorunda değildi.
"Prensip meselesi"... Prensibinin ağzına sıçıyım! Neden iki insan arasında ki ilişki böyle saçma bişey yüzünden biter ki?! "Prensiplerimden ödün verirsem kişiliğimi kaybederim"... Kişiliğini kaybetmek yerine, beni kaybetmeyi seçti. Peki o zaman neden ben ona sinirlenip, kendimi kaybedip, ağza alınmayacak şeyler söylediğimde bağırıp "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?! Beni kaybetmek üzere olduğunun farkında mısın?..." dedi? Eğer o beni kaybettiyse, neden öyle dedi?... Tabii ki de kendimi suçlamamam için. Başka ne sebebi olabilir ki. Son konuşmamızda; "Eğer o lanet çenemi tutabilseydim sen gitmezdin, benim yüzümden gidiyorsun!" dedim ve o da kendimi suçlu görmemi istemediği için bahaneler saymaya başladı;
"Ben zaten bir gün gidecektim Melis... Alıp başımı gidecektim. Bunu sende biliyordun. O günü, bugün varsay..."
Gidişine teslim olmam için ne kadar bekledi bilmiyorum.
Boğazımda bir yumruk; "Git!"
Ama diyemiyordum. Razı olmak istemedim. "Siktiğimin prensipleri"nin, bizi bitirmesine, razı olmak istemedim.
Bekledim, bekledim... "Şakaaa! Nasılda inandı yaa safım benim..." demesini, bekledim. Ama o kararını çoktan vermişti.
"Bu tür şeylerde, yani... iki insan arasında ki ilişkilerde, bir şeye karar verilecekse, tek taraflı karar verilmez (ki... -ki'den nefret ederdi. -ki yoktu hayatımızda. Söylemedim o yüzden.)"
Nezaketen sordu; "Peki sen ne düşünüyorsun?" dedi. Verilmiş bir karar hakkında ne düşünecektim ki?
"Sen kararını vermişsin. Ben, insanların kararlarına saygı duyarım..."
"Yani, kabul ediyorsun?..."
"Kabul etmediğimi söylesem ne değişecek ki? Hiç..."
"Ben sana iyilik yapıyorum Melis. Ben gidince, bir daha hiçbir zaman sevdiğin bir insanı böylesine kırmayacaksın. Çünkü öyle bir şeye kalkıştığında, aklına ben geleceğim... ve sen, kendini tutacaksın o zaman. Ben sana iyilik yapıyorum..."
İyilik... Bildiğimiz iyilik kavramı sınırlarının çok dışında bir iyilikti bu. İlk kez biri bana böyle bir iyilik(!) yapıyordu. Dedikleri doğruymuş demek ki; iyilik yap, iyilik bul... Nasıl bir iyilik yapmıştım ki, karşılığında böylesine can yakan bir iyiliği hak etmiştim? Hiç bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum. He bir de, çok merak ediyorum, her giden sözleşip de mi yapıyor bu ahmaklığı; "hayat devam ediyor sonuçta"?! Ne yani şimdi bu? Ben bilmiyor muyum hayatın devam ettiğini? Bunu senden duymaya ihtiyacım olduğunu falan mı sanıyorsun da giderken bana bunu söylüyorsun sürekli.
Sanırım bu da, döngünün sabiti...
"Beni 3. kez kırarsan, beni kaybedersin..."
Ve 3 yanlış, bütün bir doğruyu götürür... Geriye yine, anılar kalır. Güzel, insanı gülümsetebilen, ama her hatırladığında içinde bir yeri acıtan anılar...

Bana son kez "dinle" dediği şarkıydı...

21 Ağustos 2011 Pazar

ÜST KOMŞUMUZUN YAKIŞIKLI ASİ OĞLU!!!1!!!!!111!! vol 2.

Bu yazdıklarımı görse beni dövme şeysiyle delik deşik eder herhalde. O ne asabiyet evladım. Genç yaşta zararlı bak böyle şeyler. Yani güzel güzel oturuyoduk, aklına ne geldi de sinirlendin bi asabileştin bi triplere girdin falan. En iyisi ben olayı baştan anlatıyım sevgili okuyucu. Bi önce ki yazıyı okuyanlar bilir, bilmeyenler için özet geçiyim, üst komşumuz oğlunu benden 3 yıldır sır gibi saklıyomuş, daha yeni tanışma şerefine nail olduk birazcık. Bu mevzu da onunla ilgili işte. Dün gece cama biri tıklıyo, oda dışardan daha karanlık, altıma sıçtım korkudan gidip bakamadım cama. Baktım tıklamaya devam ediyo, evde kimse yok. Oğlum hep böyle zamanlarda mı olur böyle şeyler?! Lan tamam ölücem. Katilim geldi, camı tıklayıp bana "hazırlan öldürcem seni" diye mesaj veriyo pezevenk. Israrla tıklıyo cama. Lan tamam anladık hadi gel açıcam kapıyı öldürebilirsin, camı rahat bırak amına koyim, al kırdın! Yu bırok it!!!11!!1! Müziğin sesini kıstım iyice, bilgisayarın kapağını eğdim gittim mutfağın ışığını açtım kapının eşiğine saklandım. Bu sefer mutfağın camını tıklamaya başladı. Korkudan geberiyorum tabi o sırada. Camı tıklayanı görmeye çalışırken bi baktım el sallıyo lan katil?! Cesaretimi toplayıp cama doğru ilerlemeye başladım ama ecel terleri döküyorum korkudan. Lan sonra bi baktım dikkatlice, Vanilya'ymış ya la! Ama o an ki rahatlama, ilk defa osbir çekip boşalan ergenin rahatlığıyla kapışırdı. Gittim açtım camı, çocuğa bağırıp hakaretler yağdırmaya başladım. Çocuk napıcağını şaşırdı en son dayanamayıp "suscak mısın artık" diye bağırdı, bi pıstım bi büzüştüm bi kabuğuna çekilmiş kaplumbağa moduna girdim, ki sormayın. Sonra çocuk toparladı kendini "bahçeye gelsene" dedi, bende hiç itiraz, naz yok hemen atladım. "Çok korktun mu? Değişikli olsun dedim hahahaha" dedi. Sinirlendim, "Yok amına koyim ya iyi oldu adrenalin hormonum boşaldı. Sen eğlendin inşallah? İyi miydi öyle ben götüm götüm korkudan ölürken? Gerizekalı ya. Bi git allasen. Değişiklik olsunmuş." dicektim, ama demedim takdir edersiniz ki. "Heheh iyi oldu benimde değişikliğe ihtiyacım vardı zaten eheh" dedim. Biz böyle konuşmaca takılmaca gülmece devam ederken, ben bi espri yaptım. Ne dediğimi de hatırlamıyorum, buna birden bişey oldu, bi ciddileşti sustu falan. Gözleri bi garip bakmaya başladı. Dedim amına koyim çocuğun içine cin girdi şimdi sıçtım işte.
"Vanilya?"
Cevap yok
"Ehe, espriyi sevmedin heralde?"
Cevap yok (kaşlarını çatmaktan onun yüz öldü.......)
"İyi misin?" (iyi değil tabi amk ama ne diceğimi bilemedim ölcek lan çocuk sinirden şimdi)
Cevap var! Aha sonunda cevap verdi. Ama keşke cevap vermeyeydi! Öyle susup oturaydı.
"Benim gitmem lazım Melis." Gözümü bi açtım, çocuk yok! Karanlığa karışıp gitmiş... Senin ağzına......... Nereye gittin oğlum?! Karanlıkta bıraktı gitti beni beyinsiz ötesi. Bende Bella gibi ormansal bahçemizin ortasına yatıp cenin pozisyonunda ağladım....... dermişim. Yok lan, karanlıkta börtü böceği yerdedir hep, sanki ne. Evime gittim. Ama bütün gece de meraktan uyuyamadım yani. Niye lan?! Niyeeeeğğ??........

14 Ağustos 2011 Pazar

20.07.2011

Dedemin mezarına gittim günlük... Çok ağladım. Tuttum kendimi ama, aslında tutamadım. Salya sümük ağladım. Bi mezar taşı bile yok. Öyle etrafı taşlarla çevrili bi yerde yatıyodu öylece. Bildiğim 4-5 tane duayı dönüp dönüp okudum. Sonra eve geldik... Hayatımıza devam ettik...
Daha gece yarısı olmadı, yani Cuma olmadı günlük. Ama tarih atmak istedim, bekleyemedim. Otobüste zaman hiç geçmiyo. Annem ağladı günlük...
______

Hala Cuma olmadı. Bence otobüs muavinleri biraz daha zayıf olmalı. Koltukların arası daracık zaten, dayamadan geçmeliler...

______

Hala Cuma olmadı. Gece yolculuk yapmak çok sıkıcı...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

ÜST KOMŞUMUZUN YAKIŞIKLI ASİ OĞLU!!!1!!!!!111!!

3 senedir benden sır gibi sakladıkları oğullarını dün sabah tanıma şerefine nail oldum. Ah okuyucu, ben bahçede sandalyemde oturup, uçan kuşları izleyip, aşk acısı çekerken birden çıkıverdi karşıma. Balkondaymış, onların balkonları da yere yakın biraccık. Camdan beni kesiyomuş (piçe bak). Öyle birden perdenin arkasından çıkınca ödüm bokuma karıştı. "Merhaba" dedi, eliyle hafiften selam vererek. Ben ödüm bokuma karışmış ve ezilmiş kurbağa gibi gözlerim pörtlemiş bi şekilde şaşkın şaşkın çocuğa bakarken, kolundan uzanıp tshirtünün altından böğrüne doğru yol alan dövmesini gördüm. "Merhaba?" dedim. "Seni izliyordum da..." dedi, sonra benim gözlerimi pis pis kısıp üstüne atlama pozisyonuna geçtiğimi görünce toparlamaya çalıştı; "E yani şey, yanlış anlama, hani ben öyle balkonda bi şey arıyodum sonra seni gördüm öyle tek başına oturmuşsun dokunsalar ağlıcak gibisin yani ondan hani... Bi, bi sorun varsa dinleyebilirim?" dedi. Toparlandım, "Yok bişeyim sağol. Öyle tek başıma oturup kafa dinliyorum biraz.", ama çocuğun dövmeLERini inceliyorum hala. Ne idüğü belirsiz renkli falanlı filanlı dövmeleri vardı ama çoğoş duruyolardı yea. Bi de kulağındaki küpesi, kirli sakalları falan... Ah! dedim, yiyejeğam şimdi ben bunu. İkimizinde konuşası vardı. Oturduk konuştuk sonra. Adını deşifre etmicem ama adını Vanilya koydum (lsdjfldjscjds). Vanilya gibi kokuyodu çünkü. Konuşurken aralıksız onu izledim. Benim bi sapık olduğuma kanaat getirmiştir belkide iç dünyasında. En son konuşma tıkanınca; "Demek son ses metal müzikler dinleyip içimdeki metalci ruhu canlandıran sendin" dedim gülümsedim. Çocuk lafımın üstüne bir kahkaha attı... Ama öyle bi kahkaha yok. Dedim, tamam dünyanın sonu geldi, 15 bacaklı dev bi yaratık korkunç kahkahasıyla hepimizin kulak zarını patlatarak öldürcek. Ama kısa sürdü ve öhm... diyerekten toparlandı. O beni birkaç defa görmüş. Ama şansa bak ben onu hiç görmedim! Neyse geç olsun da güç olmasın. Sonra konuşmaya devam ettik falan. O akşam bana üst kattan Muse- Can't take my eyes off you şarkısını armağan etti ilk gün için ideal bi şarkı olmasada, bende ona Ümit Besen- I Love You şarkısını armağan ettim (ksjdfksdkfşjsdfksd). Tabi ki yok öyle bi hayat. O akşam Muse- Feeling Good şarkısını armağan etti, son ses. Ah cağnım yerim, bende iyi hissediyom sağolasın dedim, kendi kendime. Tabi ben ona bişey dinletemedim çünkü ben 4+1im bozuk :( Neyse okuyucu öyle yani. Vanilya'ylan öyle geçinip gidiyoruz, şimdilik. Ve o gerizekalı şuursuz aramamaya devam ederse şimdiyle kalmıcak bu geçinip gitme!!!1!!!!!111!1
Televizyonu açık unutup, ıssız uykulara dalınmış, hüzünlü bir otel odası gibi seviyordum onu...

28 Temmuz 2011 Perşembe

O KADAR ÇOK ŞEY VAR Kİ ANLATILACAK. AMA DUVARLARIN DİLİ YOK İŞTE.

Herkes konuşuyor. Herkes bir şeyler söylüyor. Onlarca ağız kulağıma eğilmiş bir şeyler söylüyorlar gürültülü bir şekilde. Anlamıyorum. Öyle hızlı, öyle sesli konuşuyorlar ki. Tanıdığım tanımadığım herkes, bana bakıp bir şeyler diyorlar; ama anlamıyorum... Beynimin içi bomboş. Sesler yankılanıp duruyor. Bir kaç kelime takılıyor bazen aklımın ucuna. Bazen emir kipli kelimeler duyuyorum, sinirleniyorum kendi kendime. Benim adıma karar vermeye çalışıyorlar, veriyorlar da bazen kafalarına göre; çok kızıyorum. Ben bir bireyim. Kendi kararlarımı kendim verebilecek yaştayım, ki diğer ebeveynlerin yanında bunu sonuna kadar savunurlar benim adıma.

Rol yapmayı iyi becerdiğimden midir bilmem, herkes hayatımın güllük gülistanlık gittiğini falan sanıyor. Hani bir deyim var; Davulun sesi uzaktan kulağa hoş gelir diye, bu duruma çok uyar mı bilmem ama, işte öyle bir şey.

Bazen kendimi Tutunamayanlar kitabında ki adam gibi, içimde ki sesle muhabbet ederken buluyorum. Felsefenin amına koyuyoruz vallahi.

Aramızda o kadar yaş farkı olmasaydı, hiç gitmezdim. Aslına bakarsan, tekrar gelmem bir hataydı zaten... Bazen çok özlüyorum.

Yeni biri girince hayatıma, heyecanımı yitirdiğimi görüyorum. Bu çok acı bir gerçek.

Alaska'ya gitmek istiyorum. Kışın hiç bitmediği yerlerde olmak istiyorum.

Uzun zamandır yazmıyordum buraya. Unutmuşum yazmayı. Aslında sevgili blog, seni bir günlükle aldatıyorum...

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Adam: Aşık olalım mı?
Kadın: Aşık olmak nedir?
Adam: Aşık olmak, kaybolmaktır
Kadın: Kayıp olduysa bedenimiz, aşık olalım
Adam: Aşık olmak, kaybetmektir
Kadın: Kaybettiysek aşık olalım
Adam: Aşık olmak, üzülmektir
Kadın: Üzülmeyi göze alır mısın?
Adam: Kaybetmeyi ve kaybolmayı göze aldım ya.
Kadın: Buna üzülüyorum işte. 
Adam: Üzülme.
Kadın: Üzülmek, aşık olmaktır.
Adam: Üzülürsen, kaybedersin.
Kadın: Kaybetmek, aşık olmaktır.
Adam: Kaybedersen, kaybolursun.
Kadın: Kaybolmak, aşık olmaktır.
Adam: Böyle olmamalı.
Kadın: Aşık olalım mı?
Adam: Aşık olmak nedir?

1 Mayıs 2011 Pazar

Nereden geldin? Nasıl girdin o dolabın içine? Neden çıktın karşıma? Amına kodumun defteri!

30 Nisan 2011 Cumartesi

RESMEN ODUN OLMUŞUM

Sen gittiğinden beri ilk defa doğru dürüst, birinden hoşlandım. Ve çocuk benimle konuştu. Ancak bu kadar rahat, hissiz ve odun olabilirdim. Sanki çocuk benden hoşlanıyomuşta, benimle konuşmak isteyip ayağıma kadar gelmişte, ben de o kadar gamsız, vurdum duymaz ve rahatım. Sen gittikten sonra yokluğuna taptığım için duygularım körelmiş. Garip biri olup çıkmışım. Nasıl hoşlanabildim... ona da şaşıyorum vallahi. Ama olsun. Eve dönerken yüzümde aptal bi gülümsemeyle, midemde kelebekler halay çekiyodu :).

22 Nisan 2011 Cuma

Ben dünyaya gelmişiiiiiim


Ve ben dünyaya gelmişim..
O günden beri şanssızlık peşimi bırakmamış aslında ama "her şeyde bir hayır varmış"..
Bebekken ne güzeldi hatta en güzeliydi.. Hiçbir şeyi anlamıyordum nasıl olsa.. Hayat bez bebeklerden ibaretti o zamanlar bana göre. Ama artık büyümüştüm, 7 yaşındaydım. Mavi önlüklerimi giyip okula gitme zamanıydı. En güzel önlüğü ve yakayı almıştık, o kadar mutluydum ki... Bir kac cocuk annesının arkasından aglıyorudu ama ben hiç ağlamıyordum, büyüdüğümün farkındaydım. Daha sonra tüm arkadaşlarım ilkokula alıştı, artık ağlamıyorlardı..

Matematik dersinde öğretmenimiz parmağımızla 10a kadar saydırıyordu ama benim için rakamlar 6 da bitiyordu.. Ve ben işte ilk o zaman ağladım.. Arkadaşlarımla okulun bahçesinde oyun oynardık tanımadığım çocuklar gelip dalga geçerlerdi, yine ağlardım. Arkadaşlarım bir elinde pogaca bir elinde meyve suyu okulun içinde dolaşırlardı ama ben ağlardım. Müzik öğretmenimiz bizden flüt istemişti,heyecanla gidip almıştım en güzelini..sadece üflemek yeter sanardım,öyle olmadığını anlayınca yine ağladım.
Öğretmenlerim bana "farklısın sen" derdi " Allah seni özel yaratmış".. Ben farklı olmak istemiyordum ki.. 10 yapıp, flüt çalabilmek istiyordum..Çokta korkuyordum hiç arkadaşım olmayacak diye herkesin beni dışlamasını bekliyordum bu yüzden..Hatta beni bir erkeğin sevebileceğini düşünemiyordum..Ama arkadaşlarım var onların yanındada ağlıyorum. her ne kadar gülüyor gözüksemde ben hep ağlıyorum...

1 Mart 2011 Salı

HSSKTR!

Daha şimdi öğrendim. Bazı bloglar maçları canlı yayın yaptığı için Digiturk pezevengi blogspota dava açmış ve kazanmış, toptan kapattırıyormuş. Çok sinirlendim!  Her boku kapatın anasını satıyim. Hatta tumblrı, formspringi, facebooku falan da kapatın. Ya da yok yok, şehrin internetini kesin komple...

18 Şubat 2011 Cuma

Uzun zamandır müzik dinlemiyordum. Sokağa çıktığım her an kulaklıklarımı takıp, sesini sonuna kadar açtığım müziklerin hiçbirisini dinlemedim. Sadece melodiler yankılandı bilinçaltımda, dinlemedim, ruhuma dokunmadı hiçbir notası müziklerin. Ama şimdi karanlık odamda kulaklıklarımı takıp, yatağımın üzerine uzandım ve sadece dinledim. Notaları tek tek ruhuma dokunurken, yanağımdan süzülen damlayı sildim.... Bazı şarkılar, dinlenmeli. Bu da onlardan. Şimdi sessiz bi yere geç... ve sadece dinle bu şarkıyı.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Lütfen; Söyle onlara hiç kimse içten söylemesin adını, harflerin dudaklarına değer, kıskanırım. 

BİR "HOŞÇA KAL" DİYECEK VAKTİMİZ BİLE OLMUYOR BAZEN

"7 cevapsız çağrı"
Annem ve babam aramış. Setteydim. Kayıttan çıkınca aradım annemi. Sesi çok kötüydü, ağlamıştı. 
"Melis, kızım..."
Aklıma gelen ilk şey; anneannemin ölmüş olma ihtimali. Annem devam etti;
"Kızım, deden vefat etti..."
"Ne?!..."
"Biz Kastamonu'ya gidiyoruz şimdi. Anneannen yarın ameliyata girecek, nüfus cüzdanını ben eve bıraktım. Onu alırsın, yarın hastaneye git. Teyzen yalnız kalmasın."
"Tamam..."
Her şey yavaşlamıştı bir anda sanki. Kafatasım açılmıştı ve içi tamamen yere dökülmüştü, bomboştu. Hiçbir şey düşünemedim. Sonra bir daha aradım annemi. Neden öldüğünü sordum. Durup dururken olmuş.
"Kalbim çok ağrıyor..." demiş. Hastaneye giderken, yolda olmuş işte... Babamı istedim sonra. Sesi çatallaşmıştı, ağlamaktan. Babasını kaybetmişti. Babasını... 2-3 senede bir görebildiğini babasını, hiçbir şeyi yokken, ani bir kalp kriziyle kaybetmişti. Nasıl ağlamayacaktı ki? Telefonu kapattım sonra, bende ağlamaya başladım. İnsanlara arkamı dönüp, ağladım uzunca bir süre. Düşündüm... Ben dedemi sevemedim hiç. İzin vermedi çünkü buna. Torunlarını severdi çok. Ama uzaktan. Ne de olsa tek oğlunun, kız çocuklarıydık. Hiç kızmadı bana, yanına bir kez bile olsun alıp sevmediği gibi. Hiç bağırmadı da, beni bir kez olsun "güzel torunum" diye çağırmadığı gibi. Ama bilirdim, severdi. O masmavi gözleriyle, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar göz göze gelmiştik sadece. Saygı duyardım dedeme. Bende severdim, uzaktan. Eski kafaydı biraz. Kardeşiyle bir araya geldiler mi, tüm köyden bahsederlerdi. Köydekilerden bahsederken bazen küfürler ederdi gülerek. Babam tek oğluydu onun, çok severdi. Ama dedem sevgisini pek gösteremezdi. Yine de anlardık biz. İstanbul'a alışamamıştı. Köyü her şeyiydi onun. Mutluydu orada. Her şeyi tamdı. Bir kez bile görmedim hastalandığını. Öksürmesi bile, boğazına bir şey takıldığındandı. Delikanlılara taş çıkartırdı o yaşında ki gücüyle. Gerçi daha kaç yaşındaydı ki... Aslına bakarsan, dedemin yaşını hiç bilmedim. Ben beni bildim bileli hiç değişmedi. Ne bir kırışıklık arttı, ne de bir kırışıklık azaldı. O kendi halinde, ailesiyle, kendi yaptığı evinde, köyünde mutluydu. Her şeyi tamdı. Oğlu eksikti bir tek. Ölmeden önce, tek isteğiydi belki de hepimizi bir arada görmek. Ama zamanı yoktu, bilmiyordu....
Gidenlerden geriye kalan, birkaç resim şimdi...

2 Şubat 2011 Çarşamba

1 Şubat 2011 Salı

GİDERKEN

Bilerek mi yanına  
almadın giderken  
başının yastıkta  
bıraktığı  
çukuru  
Güveniyordum  
oysa ben sevgimize  
vapur iskelesi  
ya da tren istasyonundaki  
saatin doğruluğu kadar  
Beni senin gibi  
bir de annem terketmişti  
ki göbeğimde durur  
onun yokluğundan  
bana kalan  
çukur  

26 Ocak 2011 Çarşamba

KARAKTER ANALİZİNDE SON NOKTA

Yine yenisekme hakkında yazıyorum. 
Bu sefer sen istedin. Ruh hali, karakter analizi tahminleri 255 karaktere sığmayacağı için bende buraya yazıyorum. Sonuçta iki türlüde okuyacaksın. 
Bak şimdi; öncelikle kafamda kurduğuma göre sen Brad Pitt'e uzaktan yakından benzemiyorsun. Hani yani arada soranlar olduğunda az buçuk benzediğini söylüyorsun ya... Fotoğrafla kendini özdeşleştirdiğin için benzediğini sanıyorsun, yani bence. Tipini az biraz merak ediyorum açıkçası. Ama uzun, yapılı, sakallı bir şey olarak kuruyorum tipini kafamda. Sonra senin, bilgisayarın başından temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında kalkmadığını, hatta bilgisayarın başında uyuyakaldığını bile düşünüyorum. Sanırım buna inanıyorum da, yani bilgisayar başında uyuyakaldığına. Bilgisayarın başından da bi tuvalet için kalkıyorsundur allah bilir, suyun yiyeceğin falan yanındadır. Onun dışında, senin bilgisayar başında sürekli gülümsediğini düşünüyorum. Hiç sıkılmıyor musun diyeceğim de, gayet sıkılmışsın sen abi, için geçmeye başlamış. O tivitler... seni ilk takip etmeye başladığım da yazdıklarına ya yarıla yarıla gülüyordum ya da "adam haklı lan harbiden öyle" falan diyordum. Ama şimdi twitlerinden radyasyon yayılıyor, içleri geçmiş ve dediğim gibi hepsi whats happeningden kaçarak uzaklaşmış gibiler. Hakaret değil tabi bunlar. Analiz yapmaya çalışıyoruz burada, değil mi? Çok asosyal birisin. Buna tüm takipçilerin de gönülden katılıyordur eminim. Daha önce yazdığım yazıda da belirtmiştim biraz; ilk başlarda hayalimde kurduğum senaryoda metallica dinleyip, sahilde bisiklet süren, çok sevimli bir insan vardı ama o senaryo giderek değişmeye başladı. Fazlasıyla asosyal, ömrü bilgisayar başında geçen, radyasyon kotasını doldurduğu için artık radyasyon bile alamayan, çalışıyor mu çalışmıyor mu belli olmayan biri var artık hayalimde ki senaryoda. Yaşın da büyük ihtimalle 26 falan sanıyorum. Sevgilin de yoktur. Utangaç biri olduğunu söylemiştin daha öncelerde. Sanırım gerçekten öylesin. Ama senin gerçekten sevimli bir kişiliğe sahip olduğuna inanıyorum. Sadece fazla asosyallikten, içi sıkılmış genç bi bireysin işte. Uzun yazıları okumayı sevmediğini biliyorum ama aklıma geleni yazdım işte böyle bir şey oldu. Bir de bence son 4 tivitini sil, insanlar senin sıkılmaya başladığını anlamasınlar. Ayrıca sen kitap falan çıkartma... senin filmini yapacağız, sen daha havalı olacaksın. Cannes'a bile gideriz oğlum (kajsndxja). Çok uzattım, aklıma başka bir şey gelmiyor yazacak. Şimdi karşımda olsan iki dakikada analizi yapmıştım tipinden, hareketlerinden falan ama böyle 2 saatte yazdım ki, ne bok yazdığım da belli değil. Neyse kaderde bu da varmış Hüsnücüğüm. Hep neşeden yana olman dileğiylen. 

23 Ocak 2011 Pazar

HAYAT BENİ NEDEN YORMAYA ÇALIŞIYORSUN?

Son 5 gündür hayat benimle resmen dalga geçiyor. Anlatınca pek de önemli gibi durmuyor ama olayın içinde ki benim sevgili okuyucu, çıldırıyorum. Var mı böyle bir şey ya? Sen o kadar yavşa, konuş, yok efendim niyetimi sen zaten anlamışsındır de, ama canın isteyince konuş canın istemeyince yüzüme bile bakma. Oldu! Bende senin oyuncağındım zaten, bir köşede benimle oynaman için bekleyecektim. Bayrağı hızlı olan kapar oğlum. Sana çok mu meraklıyım sanıyorsun? Eğer öyle sanıyorsan derhal sil o düşünceyi kalın kafandan. Umurumda bile değilsin. Ama benimle peluş oyuncakmışım gibi oynaman beni çileden çıkartıyor, bunu o kalın kafana sokabilirsin işte. Bundan yaklaşık 1 hafta öncesine kadar konuştuğum, yanımda heyecanlanıp kırpkırmızı olan insan, 3 gün önce okulda yüzüme bile bakmadan yanımdan geçer gider oldu. Hayır işin kötü yanı ben aptal gibi dün gece ona mesaj attım bir de; nasıl olduğunu merak ettimmişmişmiş. Sana ne kızım?! Niye merak ediyorsun?!! Etme! O senin nasıl olduğunu merak etmiş mi? Yoo. Gayet de kıçını yaya yaya "iyiyim iyiyim sağol" yazmış. Hiç bir nezaketen de olsa "iyiyim sen nasılsın" falan... yok. Odun işte. Erkek değil mi, hepsi aynı. Hadi neyse o götümde değil. Peki ya dün, o kadar değer verdiğim insanın benimle taşak geçmesine ne demeli? Kız resmen benimle dalga geçti abi ya. Olay şu; ben ona 2 gün boyunca kızgındım. Ve hiç ilgilenmedim, konuşamadım. Çünkü o da bana aynısını yapıyordu. Neyse, dün mesaj attı "ben sana ne yaptım niye bana kızgınsın" diye. Bende anlattım. Ama yine de kızgınlığım devam ediyordu. 2 saat kadar son attığım mesajıma cevap vermedi ve sonra bi baktım 2 tane mesaj, sevgilisiyle ayrıldığını çocuğun onunla oynadığını falan yazmış. Sonuçta ben bu karıya değer veriyorum o benim minik kızım. Aklım çıktı öyle diyince. Kızgınlığı unutup hemen cevap verdim. Beni 2 saat kadar öyle kandırdı... Bende sazan gibi inandım, ama bir yandan da çelişkideydim. Çünkü çocuk onu yapacak bir insan değil. Ama dediğim gibi, erkek değil mi hepsi aynı, diye düşündüm ve kıza inandım. Meğer aklınca beni test ediyormuş. Ona değer verip vermediğimi görmek için... Resmen dalga geçti benimle ve bende mal gibi inandım. Onun o cüce boyunu sikip onu iyice yerin dibine sokmak istiyorum. O derece kızgınım. Ve günün son olayı. Uzun bir aradan sonra bugün kursa gittim. O yoktu. Kursunun gününü değiştirmiş. Artık cumartesi gidiyormuş. Beni görmemek için artık cumartesi günü gidiyormuş kursa. Çok da üzüldüm bende zaten. Onsuz daha güzel! Uf kimi kandırıyorum ki. Gayet sıkıcıydı bugün kurs. Ve böyle yapmış olması beni çok üzdü... Ne bileyim okuyucu dertliyim galiba. Zaten fizik zayıf geliyor.

18 Ocak 2011 Salı

TRAFIK ÖLSÜN ISTIYORUM!

Su an sana Taksim otobusunden sesleniyorum sevgili okuyucu. Sabahin korunde Taksim otobusunde ne isim mi var? Bu kadar mantiksiz soru duymamistim, ilahi okuyucu. Tabi ki kursa gidiyorum; ingilizce kursu. Evet sabahin korunde, osmanbeyde, ingilizce kursuna. Ve hayatin en guzel yani ne biliyor musun sevgili okuyucu? Sabahin korunde sicacik yatagimi birakip yola ciktigim yetmiyormus gibi, bi de gec kalmam. Evet, hayatin en guzel yani adilik yapmasi. Su düzen bi aksasa belasini vericem eline de, neyse terbiyeli kizim ben.
Sol tarafim felc oldu soguktan, cam kenarinda. Bi de trafik var anasini satiyim.
Bana kaderimin bir oyunu mu bu?

5 Ocak 2011 Çarşamba

SAM NOSTEALCİYA

Bu fotoğrafın bende çok manidar bi anısı var. Ben unutmadım, ama o hatırlamaz.

3G

Okuldan dönüyoruz akşam. Metrodayız. Arkadaşlarla konuşuyoruz. Bir tanesi yine sevgilisiyle kavga etti elinden telefonu düşürmüyordu, bende diğeriyle muhabbeti sarmış kahkaha atıyordum her halta. Telefonu elinden düşürmeyen depresif arkadaşın telefonu biraz fazla külüstür. Kahkaha attığım arkadaşım da dalgasına; "Kızım bu telefonu nerden aldın bende istiyorum bundan." dedi. Ben tabi bu laf üzerine yine kahkahayı bastım ve; "ayfon beş lasxljasjx" dedim ağzımı yaya yaya gülmeye başladım. Sonra depresif arkadaşım da "4ge" dedi ve bunun üzerine hepimiz güldük ve arkadaşım aklınca espri yapacaktı ki işte her şey o anda oldu; "Türklerde 3G; (BURAYA DİKKAT!) GÖS-GÖĞÜT-GÖBEK.". Ve burdan sonra film kopar...
Gös-göğüt ne abi ya? aksjksxaskx

2 Ocak 2011 Pazar

ÜSTÜME GELMEYİN ARTIK

Bugün çok boktan bir gün. Bunu tüm samimiyetimle söyleyebilirim okuyucu. Nedeni çok uzun ama uzun yazmayacağım. Ne gerek var kafa şişirmeye. Onun da dediği gibi "Hayat devam ediyor" nasılsa...
....
Yapamayacağımı söyledikten sonra kalktık cafeden. Durağa gidene kadar hiç konuşmadık. Bir kez "Ee?" dedim ama yine de konuşturamadım onu. Sadece "Ee'lik bir şey kaldı mı ki?" dedi. Sustum, başımı öne eğdim ve yürümeye devam ettim. Durağa geldik.
"Burası mı senin durağın?"
"Hayır."
"Neresi peki?"
"Bilmiyorum..."
Sonra ortada durduk. Ben ona baktım ama o bana bakmadı. Bağcığım açılmıştı durağa gelene kadar. Oturdum bağcığımı bağladım. O da başımda dikildi. "Otursana..." dedim, oturmadı. Başka bir durakta yarım saat kadar durduk, hiç konuşmadan. Ben oturdum, o ayaktaydı. Yalnızca tepemde dikiliyordu. Ben iç dünyamda kaybolurken onun Santa Lucia'yı mırıldandığını duyuyordum. Buna dayanamazdım. Şarkı mırıldanmamalıydı. Bunu o yapmamalıydı. O, şarkıyı mırıldanırken ben içimde çığlıklarla ondan kaçmaya çalışıyordum; "Hayır! Bunu yapma! Bunu bana yapma! Şarkı söyleme! Yut o melodileri! Bunu yapma bana...". Başımı eğip yine ağlamaya başladım sessizce. Belki fark etti, belki de etmedi. Gerçi fark etse bir şey değişmezdi. Ben ona ağlamıyordum sonuçta. Şarkı söylüyordu... ben, ona ağlıyordum. Ona bakıp; "Böyle mi ayrılacağız?" dedim, ama cevap vermedi. "Sana dedim... Böyle mi ayrılacağız yani? Bir daha beni aramayacak mısın?"... Duymuyordu. Çünkü tüm bunları içimden söylüyordum. Eğer ağzımı açarsam kelimelerin değil, yaşların döküleceğini biliyordum. Ama ben ona ağlamıyordum. Bunu bilmiyordu. Kendimi toparladım ve ayağa kalktım. Ona baktım bir süre. Ağzımı açıyordum ama sesim çıkmıyordu. Zorladım kendimi ve "Bir şey diyecek misin?" dedim. Bir şey demedi. En azından son kez beni sevdiğini söylemesini isterdim. Hayır hayır, bu tamamiyle bencillik olurdu. Bunu isteyemezdim. Otobüse bineceğim durağa gittik Otobüsü bekledik. Ayaktaydık ikimizde. Kendi başımızda dikiliyorduk. Sustuk. Ben insanların geçmesini bekliyordum; "Bir daha aramayacak mısın beni?" diye sordum, aramayacakmış. Zaten söylememiş miydi? Bir daha neden sordum ki? Otobüsümün geldiğini gördüm. Ama biraz daha bekledim, son anda bir şey söyler belki diye. Hiçbir şey demedi. Sadece sustu. Ve ben gittim. Yine ben, arkamı dönüp gittim. Otobüse bindim ve oturup sessizce ağladım. Sonra pazartekke durağında indim. Oturdum orda öylece. Karşı kaldırıma baktım. Bizi gördüm orda.
Yaz tatilinden yeni gelmişti. Nasılda özlemiştik birbirimizi. Orada beklemiştim onu. Nasılda içten, sıkı sıkı sarılmıştık birbirimize. Dün gibi hatırlıyorum. Bugün de hatırladım. Ne gerek vardı ki? Zaten acı çekmiyor muydum? Evet, acı çekiyordum. Ama ne için olduğunu bilmiyordum. En azından bir sebebim olur diye yapıyordum kendime bu işkenceyi. Durakta oturup, karşı kaldırımda geçmişimi izliyordum. Sonra otobüs geldi, bindim ve evime geldim. İçimde bir yer hala acıyor. Keşke susmasaydık. Susmasaydık da konuşsaydık, bağırsaydık, küfürler etseydik. Ama ayrılmasaydık. Tamamen çıkmasaydı hayatımdan. Hayat devam etmiyor mu sonuçta? Hayat devam ederken yaşayabiliyorsak tüm bunlara karşı, hiçbir şey olmamış gibi de yapamaz mıydık?... Belki de yapamazdık...
...

1 Ocak 2011 Cumartesi

ADAM AYNŞTAYN

Yılbaşı çekilişinde birbirimize çıktığımız sınıf arkadaşım Sergen'le hediye muhabbetimiz;


Sergen: Hediye olarak ne istiyosun söyle :D
Ben: Oğlum ne biliyim lan al bişey :D Aklıma hiçbir şey gelmiyo :D
Sergen: Şapka alırım bende ona göre :D (Bir de tehditvari konuşuyo)
Ben: Tamam kenks ikimizde şapka alak jahdgjhgsax Bütün sene de çıkarmayak kafamızdan jahdshsx (Hee sonra yazın kafamız buharlaşsın, benim mantığa bak)
Sergen: :D İyi fikir kurtuluruz iki şapkayla dertten :D Ne tür şapka alıyım ? (Şapkaları 3 türde sıralayabiliriz...)
Ben: Aynen he :D Zaten hediye alma özürlüsüyüm :D Uzun, örgü olsun pampa desen, renk hiç önemli değil :D (Artık al da kurtul mesajları veriliyor...)
Sergen: Bir fikrim var :D Sen bana şapkayı aldın mı? :D (Ve o dahice fikir yolda geliyordur...)
Ben: Henüz değil :D
Sergen: Heh tamam bak şimdi sen kendine şapka alıcaksın ben kendime. Okulda değiştircez onları sen bana almışsın gibi olcak :D Hem beğendimizi alırız :D Nasıl? (Aynştayn ileri sürdüğü bu fikirle beğeni toplamayı beklerken...)
Ben: Abi o ne lan kajnschsac
Sergen: Ya sen bana alıcaksın ya şimdi erkek şapkası değil de kendine göre alıyosun. kendine yani. benim hediyemi ben senin hediyeni sen alıyosun. (Aynştayn kendini kanıtlama çabasında)
Ben: Onu anladım :D 
Sergen: Daha rahat değil mi ikimiz içinde :D
Ben: Ya aslında mantıklı ama olur mu öyle oğlum o zaman maneviyatı olmaz.
Sergen: Yemişim maneviyatı :D İkimizde hediye alma özürlüsü değil miyiz (hakarete bak) bizim için maneviyat diye bir şey yok :D (aynştayn burda dilini çıkartır)
Ben: Al işte ya :D Tamam çok uzatma :D
Sergen: Tamam napıyoruz şimdi dediğim gibi mi klasik usül mü ? :D 
Ben: Tamam dediğin gibi olsun :D (Teslim bayrağını çektim...)
Sergen: Tamam :D Beni de hediye derdinden kurtardın :D (Fikri aşılamanın sevinciyle çemkirir)
Ben: Beni dee :D (Ben niye seviniyorsam. Alacağım şapkayı zaten bulmuştum. Hatta amcaya "Sakla bunu ben alcam" bile demiştim.)
Sergen: Ya aynştaynım :D (kendini tanıyo)
Ben: Oğlum bunu blogda paylaşmam lazım :D Yarım saattir gülüyorum lan akjhdchasx


Ve olay böyle gelişti... Sonuç; yılbaşı çekilişinde birbirimize çıktık ama çekiliş kurallarını tamamen değiştirdik az önce. Böyle iki arkadaşız biz. Aklını severim Sergen.