30 Kasım 2014 Pazar

《Gün de Avutmuyor》

Uykusuz geçen gecenin ardından, gözünü kırpmadan kalktığın sabah da avutmuyormus.
Insan tüm bunlar karşısında sorgulamadan edemiyor.
Aşk,  nereye kadar?
Iyiyken, her sey iyi. Ama en ufak bir seyde,  kendine laf sürdürmemek için "sevgili"yi ayakları altına alabilen biri için,  aşk nereye kadar?
Ağlasan, göz yaslariyla dinecek gibi değil.
Sinirlensen, kırsan döksen, dünya üstünde kırılmayan yalnızca insanların kalpleri kalır.
Sahi,
Kalp, su boktan vucutlarimiza kan pompalamaya yaramıyor mu?
Ne diye bu kadar acıyor ki?


Posted via Blogaway

《Gece Avutmuyor》

Icimde bir bataklik var artik. Ve ben burnumun ucuna kadar battim. Kurtulmama imkan var, di oysa. Ya da ben var saniyordum. Her zaman ki gibi yaniliyormusum meğer. Kendimi bildim bileli nerede hata yaptim diye sorguluyorum, son zamanlarda her saniye yaptigim gibi. Ama sanırım hatayı ben değil,  tanrı yapti. Beni dünyaya tukurerek. Evet,  tukurerek. Ben bu dünyaya tukurulmusum. Istenmeyen, haz edilmeyen, agizda aci tat birakan igrenc bir lokma gibi. Sevgiden acizim. Iki gram bulsam, aslında her seyinden fazlasiyla tiksindigim bu dunya, benim oluyor. Ama bulamadim mi da, tiksindigim bu dunya kadar tiksinc birine burunuyorum. Oysa ben ne konuşuyorum. Keske bir tercümanim olsa. Sahi, kendi kendine konuşanlar deliyse şayet,  ben yillardir deliyim. Lütfen alin beni timarhanenize.
Öyle yoruldum ki insanlardan.
Ama hiçbir zaman da kendimi anlatmadigim kimseye yakinmadim, beni anlamiyorsun diye.
Yalnızca kendimi açtığım kişiye sitem ettim.
Ama o da,
Beni gercekten
Anlamadı.
Oysa zor biri değilim.
Basit:
Sev,
Sev,
Sev.
Ben hala ne konuşuyorum.
Sigara yine sungerine dayanmis. Zehir bile rahatina duskun bugünlerde.
Gecmisimi asla ozlemiyorum.
Ama gelecege de umutla bakamiyorum.
Gerci geçenlerde sey demistim,
Gecmis, gelecek
Insan hurafesi.
Geçmiş, bitmiş.
Gelecek, bilinmezlik.
Mühim olan "an".
Ama onu da kaciriyoruz.
Saat de epey ilerlemis.
Neyse. Ben hala konuşuyorum.
Aslında,  konusabiliyor olmam bile mucize su sıralar.
Yalnızca memnun etmeye programlanmisken, robotları anlamak pek zor olmadı.
Icimdeki bataklikta,  en dibe yolculuğa çıktım.
Kemerimi sıkı bağlamıştım, nefessiz kalmışım.
En yakin zamanda ölmek dileğiyle.
Boşça kalın.


Posted via Blogaway

25 Temmuz 2014 Cuma

her şey bu denli kötüyken, her şeyin iyi olacağına inanmak, epey zor.

gözlerini kapat.
derin nefes al.
derin.
derin bir deniz-
-in içinde,
boğulmak üzereyim.
gözlerini kapat.
görmek istediklerini gör.
gözlerini kapat.
derin bir nefes,
al
ve bırak.
bırak kendini denizin karanlık suyuna.
zaten karanlıkta değil misin,
gözlerin kapalıyken?
uyan.
uyan,
uymayan
o kadar şey varken şu hayatta...
sonsuz uykuya yatmak,
karanlık
soğuk bir sudan odada.
bir el,
ışıkların içinden,
suyu yararak
geliyor.
bir el,
beni uyandırmak için
uzanıyor.
uyan.
daha iyi yerler var
-mış-
buradan.
bir el,
uyandırıyor beni uykumdan.
gözlerimi kapatıyorum.
karanlık.
karanlıktan daha iyi bir yer var mıdır?
henüz
bilmiyorum.
bilinmezliğin
karanlık, soğuk bir sudan odasında
sonsuz uykumda
boğulmaya devam ediyorum.



anlatmayı beceremediğimiz halde karşı taraftan anlayış beklemeyi kesersek, belki daha çekilebilir hayatlarımız olabilir.

çünkü yalnızlık, her zaman vardır. sadece fark ettiğimizde yalnız kaldığımızı sanırız. ama aslında hep yalnızız..

içinde bir kara delikle yaşamak nedir, bilir misiniz?
bana sorsalar,
bu aralar bildiğimden emin olduğum tek şeyin bu olduğunu söylerdim.
acı.
daha fazla acı.
neden bitmiyor?
bu acı?
sonsuz mudur sence?
bana sorsalar,
acının ete kemiğe bürünmüş haliyim.
-bir insan,
nasıl olur da,
delirir-
-in cevabını buldum uzun süre önce.
ne sigara, ne kahve, ne ilaçlar.
bu uyuşmuş beynimi daha fazla uyuşturamaz.
acı,
unutturulamaz.

şu hayatta delirmemek, gerçekten sabır işi.


Posted via Blogaway

24 Temmuz 2014 Perşembe

hayat çoğunlukla durmuyor.
sadece durduğunu sandığımız anlardan ibaret oluyor.

mutluluk? 
çoğunlukla yakınımızda.
ama biz epey uzaklaştırıyoruz.

kendimi tanımakta zorlandığım zamanlar geçiriyorum.
bir sigara yakıp, ağzıma koyuyorum, ve.
aklımda hep o soru.
"kimim ben?"
kendi mutluluğu için mi,
başkalarının mutluluğu için mi yaşayan biri?
ya da, yaşamaktan çoktan vazgeçmiş biri mi?
sigaranın son dumanını verirken,
"biri miyim?"
diye geçiriyorum aklımdan.

kendimi her şeyden vazgeçmiş, ölümünü bekleyen yaşlı bir vücut gibi hissediyorum.
aslında, hissetmek yanlış bir seçim oldu. 
çünkü,
bir şey hissedebildiğim konusunda,
şüphelerim var.
şüpheler.
beynimi kemiren, kulak zarlarımı tırmalayan, içimi öldüren,
şüpheler.

bazen, bir neşter alıp içimde büyüyen korkak çocuğu söküp almak istiyorum.
acımadan.

belki de akıl sağlığımı yitiriyorumdur.
çünkü bir sigarayla konuşmak ne kadar sağlıklıdır?
tartışılır.

o kadar yorgunum ki, büyük harf yapmaya bile üşeniyorum.
bir çok şeye üşendiğim gibi.
ya da,
birçok şeyden kaçtığım gibi.
sahi, ben ne zaman bu kadar korkak biri oldum?
hani sorunları sonuna kadar irdeleyen bir melis vardı.
o da kaçmış demek ki.

öteki taraftan bahsedip duruyorlar.
cennet.
cehennem.
cehennem,
tanrının yeryüzüne döktüğü acılar silsilesi.

zaman,
geciyormuş, dediklerine göre.
bekliyorum.
uzun bir süredir bekliyorum sanırım.
belki de kendimi bildim bileli.
sahi,
kendimi biliyor muyum?
tartışılır.

bazen,
gitmek değil,
kalmak daha zor.
ve hayat,
polyanna olmak için,
çok kısa.


Posted via Blogaway

25 Haziran 2014 Çarşamba

Bazı anlar hiç bitmese keşke. 

Mesela elim elindeyken.
Ya da öperken beni tüm sıcaklığıyla,
O otobüs hiç gelmese mesela. 
Bazı anlar hiç bitmese aslında,  sonsuz mutluluk imkansız olmazdı. 
Sevmek hiç bu kadar güzel, 
Sevilmek hiç bu kadar huzurlu olmamıştı. 





Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum.
Tuttukca güçleniyorum.
Durma sevgilim, göğe bakalım.
Zamanımızı alıyorlar.
Biz durmayalim.
Göğe bakalım.

Posted via Blogaway

4 Haziran 2014 Çarşamba

Yağmur yağıyor. 
Su saatlerde ders çalısmam gerek, ama kafam artık almıyor. 
Kafam, uzun süredir bir sey almıyor. 
İcimde, ne olduğunu bilmiyorum. 
Bir sey var mı, yok mu?
Keske bazı seylerden derhal emin olabilsek. 
Belirsizlik, beni yiyip bitiriyor. 
İcimi açıp, orada ne olduguna bakabilmeye cok isterdim. 
Ki zaten, insanın korktuğu basına gelirmiş. 
Keske bir basım olmasaydı. 

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Bugün yine yatakta uzanmış, her zaman ki gibi hiçbir şeyi umursamaz tavrımla, bilgisayarda dizi izliyordum. 
Bir yandan da erkek arkadaşımla tartışıyordum. 
Sonra birden, elektrikler gitti. 
Bazen, elektriklerin gitmesi karanlık degil, aydınlıktir. 
Elektrikler gidince, size hic olur mu bilmem ama, ben sessizliğin ve sükutun farkına varıyorum. 
Ve sonra, daha derin sorgulamaya, bazen de hikaye yazmaya başlıyorum, kafamın icinde. 
Yine böyle olduğu sırada, durdum ve dedim ki, hayat da böyle. 
Sehir dısında okumanın en büyük dezavantajı, mevzulardan ve yaşananlardan uzak kalmanızdir. 
Belki bazılarına göre avantajdir, ancak aile bireylerinden en az birine asiri bağlı olan bir insan icin, pek de avantaj degil, aksine fazlasıyla üzücü ve can sıkıcı bir durumdur. 
Ki ben, tam olarak böyle bir haleti ruhiyenin icerisindeyken, düşünüp durdum yine. 
Ve baktım ki, kendimi bildim bileli bu bokun içindeydik, kurtuluş yoktu. 
Babam hep bencildi. 
Annem hep üzgündü. 
Kardesim hep her seyin farkındaydi. 
Bense hep depresyondaydim. 
İnanın, atlatmak icin cok çabaladım ama, bu kronikleşmiş bir sey artık. 

Ben daha ufacık bir çocukken annesini babasının avuçlarının icinde savruldugunu gormuş, annesiz ya da babasız kalma hissiyatını yasamış -ölüm degil-, daha ufacık bir çocukken annesi psikolojik çöküntü yaşadığından hiçbir sey yapamadığı icin kardeşine annelik yapmak zorunda kalmış, zirveyi de en dibi de gormuş bir ınsanım, maalesef. 
Ve bu travmatik olaylar,psikologumun dediğine göre, gelecekte yaşanacak herhangi bir olumsuz durum karşısında beni depresyona sokmaya yetebilecek nitelikte imiş. 
Ki aslında haksız da sayılmaz. 
Bazen, ne kadar umarsiz da görünsem, tonlarca sey düşünüyorum. 
Radyoda broken doll çalıyor. 
Daha slow bir seyler olsa iyi giderdi simdi, ancak bu şarki bile beni düşünmeye itiyor. 
"im a broken doll" 
Sanırım ben de kırılmış bir oyuncak bebeğim, ya da hayatım. Her ne boksa. 
Parçalar, her neyinse, her türlü batıyor. 

Bak tam da su an aklıma geldi. 
Ben delirdigimi düşündüğüm sıralarda, psikologum bana, "insan her zaman kendi kendine delirir. Delirmesine bir baskası yahut bir başka durum sebep olmaz" demişti. 
Stajyer miydi acaba?
Hangi insan bunun mantıklı olduğunu one surebilir ki? 
Tamam, belki bir bakıma mantıklı olabilir. Evet insan kendi kendine kurar, kendi kendine düşünür, büyütür, üzülür vs. Ama düşünsene, yoktan var edip de düşünmez ki. Olan seyleri, yaşananları düşünür, üzülür. Zaten yoktan var ediyorsa, sıkıntı vardır ya da coktan delirmiştir. 

Konu öyle saptı ki, düşüncelerim dallanip budaklaninca hakim olamıyor, toparlayamiyorum. 
Hayatım, hayallerim ellerimde un ufak. 
Tek istegim annemin artık mutlu olması. 
Kendi hayatım pek de onemli degil aslında su noktadan sonra. 
En dibi gormuş biri olarak, tekrar o bataklığa girip dibe batsam da mühim degil. 

Yine de bazen, sevmek ve sevilmek insani rahatlatıyor sevgili okuyucu. 
Ve bazen, iyi ki o var demekten alikoyamiyorum kendimi. 
İyi ki, o var. 

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Ben sigara dumanının altında yana yana en sonunda, kül oldum...


Son sigaramı yakıp, yine düşler alemine doğru yolculuga çıkmıştım. 
Böyle zamanlarda, yanıma aldığım yegane şeydir zaten sigaram. Bazen, o da olmasa ne yapardım acaba, diye düşünmekten alamıyorum kendimi. 
Kendimi hiçbir yere ait hissedememekten bahsetmiştim bir ara. Belki de kendime bahsetmiştim, hatırlamıyorum. Neyse. Konuya donecek olursak: ben buraya geldim, ama sanki hiçbir zaman burada olmadım. Belki de, hiçbir zaman kendimde olmadım. Tüm sorun budur. Bilemiyorum.
Oysa dilimden dökülenlerle, içimden geçenler hiçbir zaman birbirini tutmadı. 
Bir seyler ya hep yarım kaldı ya da hep yarım bıraktım. 
Rüyalar görüyorum, aynı. Hiç değişmeyen rüyalar. Bir de bazen sesler duyuyorum, başka kimsenin duymadığı. 
Bazen, birine baktığımda, ne olacağını görüyorum. Birine dokunduğumda, ne olacağını hissediyorum. 
Bazen, deliriyorum. İstemsiz. Çünkü cok konuşuyorlar. 
Anlatmak istiyorum, söylemek istiyorum duyduklarımı. Ama insanlar, korkmaya yer arıyor. 
Korkardim ben de, bir ara. Bağışıklık mı kazandım ne olduysa, korkmuyorum artık. Yani fazla. 
Mesela şey oluyor; bir seyler konuşuyorum ya da konuşuluyor, sonra bir anda bütün dikkatim alakasız bir sekilde dağılıyor. 
Gecmisi sürekli düşünüyorum.
Sırf bu yüzden, yakın geçmişimde cogu şeyi unutuyorum: söylenenleri, yapılanları, isimleri, tarihleri...
Bir seyler başarmak istiyorum. Guzel seylerde adımın geçmesini. Annemi istiyorum. En yakın arkadasımı bir de. Böyle seyler istediğimde, olursa eğer, mutluluk istememe gerek kalmıyor.


28 Nisan 2014 Pazartesi

Ne yapacagım bundan sonra? 
Düşün. 
Düşün. 
Düştüm. 
Üstüm basım acıya bulandı, yine. 
Ne yapılır bundan sonra?
Belki susulur. 
Belki gidilir. 
Belki ölünür. 
Ölmek; her zaman ruhun bedenden ayrılıp tahtali koyü boylamasi anlamına gelmemeli. 
Çünkü ben, ruhum bedenimdeyken öldüm.
Acıdan ölünür. 
Mutsuzluktan da. 
Yazılan şarkılar yalan. 

Ben aslında, kendimden saklandım. Ve kendime yakalandım. 

Bazen, ağlasam da geçmiyor. 
Çünkü, öldüm. 
Öldün mü bir kere, bir daha dirilmesi zor zaten. 
O acıyı tattın mı, düşündün mü bir kere, geri dönüşü yok o yolun. 
Ki ben, ne geri dönmeye çalıştım, ne de ileri gitmeye.
Oldugum yerde, öldüm. 
Ne yaptım bundan sonra?
Günler gecti mı?
Acı dindi mı?
Alıştım mı?
Bittim mı?
Ben neden oraya bakıyorum ki?
Sonsuz acı diye bir sey var. 
Ve bunu benim damarlarıma enjekte etmişler. 
Bu kadar acı çekmemin başka ne açıklaması olabilir, bilmiyorum. 

Bazen, yer yarılsa da icine girsem. Ve asla çıkmasam. 
Bazen, gercekten ölsem. Ve asla ağlamasalar. 

7 Nisan 2014 Pazartesi

=

Gecer diye bekledikce geçmiyor. 
İcimde tükenen umutlar,
İcimde ölen biri var. 
Aglayinca, icin boşalıyormuş. 
Öyle diyorlar. 
Günlerce ağlasam, diyorum, içimden zerre çıkmaz. 
Uyuyayım, diyorum, günlerce. 
Uyuyayım, belki gecer. 
Uyuyorum. 
Kendimi kandırıyorum. 
Geçmiyor. 
Bu acı bitmek bilmiyor. 
Korkularım son bulmuyor. 
Kabuslar görüyorum, sürekli. 
Belki coktan delirdim. 
Farkında değilim. 
Zaman ilerliyor. 
Zaman, bitiyor. 
Ama hala, hiçbir sey düzelmiyor. 
Ne gidince ne kalınca, 
bitmeyen acı yapmışlar. 
İcimde cehennem var. 

26 Mart 2014 Çarşamba

Acil. 
Cok acil!
Durumum cok acil!
Hastayim. 
Farenjit olmuşum. 
Doktor öyle söylüyor. 
O ana kadar farenjitin ne olduğunu bile bilmiyordum. 
Ben yalnızca öluyorum sanmıştım. 
Bir iğne yaptılar. 
Devlet hastanesinin acilinde,
O gece,
Ben yalnizca iyilesecegim sanmıştım. 
1 haftayı geckin bir süredir hastayim. 
İyilesemedim. 
4 kez acil. 
Bir türlü ölemedim. 
İlaçlardan mı, benden mı bilmem. 
Manik depresifler gibiyim iyice. 
Popomda bir sürü ufak mor delik var, iğnelerden. 
Sinirlerimin yiprandigini hissedebiliyorum. 
Odaya geldigimde, ilaçları gördükçe, daha da cok hissediyorum. 
Bir de, gercekten söyledikleri o şey doğruymuş:
İnsan, dostunu düşmanını bilmem nesini hastaliginda tanıyor, diye. 
Ben yeterince tanıdım. 
İstanbul'u özlediğimden degil, annem olsa yeter. 
Zaten o yanımda olsa coktan iyilesmistim. 

Bundan sonra, kimseye minnet etmem. 

18 Mart 2014 Salı

Ölünüyor Mutsuzluktan

"Ne düşünüyorsun?"
Ne düşünüyorum?
Ne düşünüyorum, biliyor musun?
Çok fazla şey. 
Gündelik saçma sapan acılarınızdan daha farklı şeyler. 
Düşünüyorum. 
Bir banka soymayı. 
İntihar etmeyi. 
Birini öldürmeyi. 
Belki. 
Kötü şeyler düşünüyorum. 
Gitsem, diyorum, şimdi gitsem. 
Bir daha gelmesem. 
Ya da diyorum ki, uyusam. 
Bir daha uyanmasam. 
Sizin gündelik, saçma sapan acılarınızdan daha farklı şeyler. 
Aptal aşk acılarınızdan, farklı. 
 
Anlatmamı istiyorsunuz. 
Anlatmak istemiyorum. 
İnanın, inanmıyorum. 
Samimiyetinize. 
Bu yol bitmiyor. Çok dikenli. 
Üstüm başım kan revan. 
Hayat zor, demişlerdi de, daha ufacık çocuktum, aklım ermemişti. 
Ben erken büyüdüm. 
Ben görmemem gereken şeyler gördüm. 
Ben bir cocuğun yaşamaması gereken şeyler yasadım. 
O yüzden, aptal şımarık çocukluğunuz, sahte geliyor. 
Aklınız kendinize yetmiyorken bana akıl vermeye çalısmanız, beni sadece güldürüyor. 
İnanın, inanmıyorum. 
Hiçbir şeye. 
Cehennem dedikleri şey, yeryüzünde. 
Ve ben nasıl bir günah işlediysem, kendimi bildim bileli bu cehennemdeyim. 
Öyle dipteyim ki. 
Beni kimse kurtaramaz.

Kurtuluş yok. 



24 Şubat 2014 Pazartesi

Saçma Lama

Haftalardır bir seyler yazmak icin giriyorum bloga. Ama hep yarım bırakıp çıkıyorum. Bir sürü taslak birikti. Hepsi yarım. Ben gibi. 
Yine düşüncelerimi toparlayamadigim bir zamanı yasıyorum. Bazen konuşmak istediğimde bile konusamadigim oluyor. 
Kafam karışık. 
Cok karışık. 
Kafatasimin icinde düşüncelerden olusan bir çorba var. 
Dusunce çorbası. 
Çorba olmuş dusunceler.
"Neyi düşünüyorsun bu kadar?", diye sorsalar, ben de bilmiyorum. 
Henüz. 
Çünkü, sokakta sevdiğim kediyi bile düşünüyorum. 
Ya da yoldan gecen arabayı. Acaba kaç model? 
Bazen de otobüs ne zaman gelir diye düşünüyorum. 
İcimde bir seyler var. 
Acı değil. 
Sürekli beni tüketen bir şey. 
Girdap gibi. 
Evet girdap. Beni icine çeken. 
Kurtulamadığım, boğuldum geceler var. Sigaraları birbiri ardına yaktığım. 
Şarkılar açıyorum, kafam dağılsın diye. 
Bir silah çıkarıyorum belimden, alnimin tam ortasina dayayip, tetiği çekiyorum. 
Yoksa bu kafa, başka türlü dağılmıyor. 
Hep ayni acı hikaye. Kimseye bir şey anlatmak istemiyorum. Çünkü, değişmiyor. 
İçimdeki girdap küçülmüyor. 
Beni yiyip bitiren şüphe duygusu, bitmiyor. 
Ben bitiyorum, o bitmiyor. 
Güvenmek istiyorum, insanlara. Oysa daha bir kediye bile güvenilmiyor. 
Beni bu hale getiren geçmişim mı, ben miyim? Kendi kendımın psikologu olmaktan sıkıldım. 
Yalnız kaldığım her an, sadece tek basına olmaktan bahsetmiyorum insanlar icinde de yalnızlığa çekilmekten bahsediyorum, düşüncelerle boğuşmaktan da sıkıldım. 
Kabus görmekten de. 
Aylar sonra ilk defa, dün gece deliksiz uyuyabildim. Kabus görmeden. 
Çünkü artık, bünyem daha fazla kaldırmıyor. 
Yorulduğumu hissetmeye başlıyorum, yine. 
Dinlenebilecek bir yer arıyorum. 
Bir yol kenarı. 
Bir ağaç altı. 
Belki bir durak. 
Hiçbir şey düşünmeden, saatlerce bakışlarımı bir yere sabitleyip, dinlenebilecegim bir yer. 
Ütopyalarım yıkıldı. Kaçabileceğim hiçbir yerim yok. 
Hissizlesiyorum. 
Donuk duvarlar gibi yüzlerin arasında kaldım. 
Kacabilmek istiyorum. 
Koşmak. 
Koşmak. 
Yeterince uzaklaşana dek koşmak istiyorum. 
Nefesim gırtlağımı yakana dek. 
Ağlamamak istiyorum, ama ağlıyorum. 
Ağlamak istiyorum, ama aglayamıyorum. 
Artık anlaşılmak istemiyorum. 
Bunun icin bir caba da sarfetmiyorum. 
Ama bazen, anlaşılıyorum. 
Bir şey sakladığım, icimde bir seyler yaşadığım, anlaşılıyor. 
Ve tam da o zaman, görünmez olmak istiyorum. 
Ne de cok şey istiyormusum megersem. 
Oysa sadece, o elimi tuttuğunda her şeyi bir süreliğine bir kenara bırakabiliyorum. 
Keske ellerini hep tutabilsem. 
Her seyin bir kenarda kalıp, toz tutmasını cok isterdim. 

22 Şubat 2014 Cumartesi

"bak

sevdamıza bir numara dar geliyor sanki şimdi yeryüzü

."

8 Şubat 2014 Cumartesi

...ve 


“Benim onu sevmemin nasıl bir mucize olduğunu bilmiyor. belki de sıradan ve vasıfsız bir şey gibi görüyor bunu. o da haklı. neredeyse tanıyan herkes sevmiş onu. farklı boyutlarda elbet. ama bir şekilde sevmiş. zaten onu birazcık tanıyan birinin kayıtsız kalması, sıradan biri gibi davranması mümkün değil. fakat ben ne yapabilirim? anlatamıyorum. anlatamamamın sıkıntısı içimdeki telaşı kat be kat artırıyor. seni en çok ben seviyorum desem, en başka ben seviyorum ve en başta, herkesten çok, en çok, en. ne en? içimden geçenleri bilse koşup boynuma sarılır. oysa sadece anlatabildiğim kadarını biliyor. anlatabildiğim kadarını. anlatabildiğim kadarıyla ne yapılabilir? birer “çay” içilebilir belki…"


1 Şubat 2014 Cumartesi

<>


Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyorsam bir sigara yakıyorum.

Yapacak bir şeyi olmayınca insan, düşünür. Düşünür. Düşünüyorum yine. Bazı şeyler olmasaydı. Bazı şeyler hiç olmasaydı. Bazı şeyler asla olmamış olsaydı. Nasıl olurdu? Düşünüyorum.
Bazılarının asla hayatıma girmemiş olduğunu. Bazılarının hayatına asla girmemiş olduğumu düşünüyorum. Hayatımda ne kadar çok "bazı" olduğunu düşünüyorum.

Bir bardak. İki bardak. Üçüncü bardak. Yedinci mi bardak? Ne ara bu kadar içtim ben? Bunu da düşünüyorum.
Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyorsam, bir de içiyorum. İyi gidiyor.
Gidiyor.
Gidiyor-lar.
Ne kadar da çok gidiyorlar. Gitmesenize, diyemiyorum.
Sanırım benim hayatım hep kış. Ve hayatıma hep göçmen kuşlar giriyor. Tutunamıyorlar dallarımda. Yeterli gelmiyorum.

Düşünüyorum.
Bir gün biri beni de sevecek mi?

Benim ki hastalık gibi. Kendimi bildim bileli bir boşlukta düştüğümden, kimi görsem, tutunuyorum. İçimde adını koyamadığım eksikliği kuru dallarla doldurmaya çalışıyorum.
Hepsi babam yüzünden.

İçimdeki kelebekler çoktan öldü. Küle döndü.
Biri gelse. Biri gelse, diye bekliyorum. Gelse ve küllerinden doğsa. Kelebeklerim.
Şarkılar çalıyor. İçkiler bitiyor. Sigaralar yanıyor. Hayaller dumanlara karışıyor. Havaya karışıyor. Karışıyor. Karışıyor, kelimeler kelimelere.
Hayatım kelebeklerimi uçurduğunu sanan sürüyle ahmakla dolu.

Bir hikaye başlıyor. Bitmiyor. Yarım kalıyor.
Sonu gelmemiş bir sürü hikaye var elimde. Atsan atılmaz, satsan satılmaz.

Bundan sonra ne yapacağımı yine bilmiyorum.

Sigara?

8 Ocak 2014 Çarşamba

Anahtarı usulca soktu kapının deliğine. Çevirdi yavaşça, bir şeyler düşünürken.
Anahtar sesini duymayacak kadar gürültü vardı kafasının içinde.
Açtı kapıyı.
Işık açık unutulmuştu. Kapattı.
Çantasını attı yatağın üstüne, ayakkabılarını çıkardı bıkkın bir şekilde. Montunu çıkardı omuzlarından, kollarından kayıp düştü yere.
Tuvalete girdi. Suyu açıp izledi biraz, nasıl aktığını, zaman gibi.
Aynaya bakmak istemedi. Üzüntüsünü görmek, gözleriyle göz göze gelmek istemedi.
Yüzünü yıkadı, belki yıkayınca geçer sandı.
Geçmedi.
İçeri geçti, yine bıkkın, üstündekileri çıkardı.
Aynanın karşısındaydı, kendine baktı.
Vücuduna. Ellerine. Bacaklarına.
Omuzlarına baktı. Ne kadar da yük vardı daracık omuzlarında.
Yüzüne baktı sonra. Kaşları çatık, gözleri dolmuş.
Gözleriyle göz göze gelmek istemedi. Kaçtı.
Camları açtı.
İçeriye giren soğuk rüzgar bedenine değdi. Üşüdüğünü hissetmek istiyordu. Bir şeyler hissedebilmek istiyordu, üzüntünün haricinde.
Perdeleri açtı sonuna kadar, oturdu camın karşısına. Bir sigara yaktı ve bir müzik onun ucunda.
Yıldızlara üfledi. Ulaşsın istedi içinde ne varsa yıldızlara.
Sokak lambalarına baktı, uzakta. Yıldızlar gibi, sokak lambaları.
Bedeni iyice buz kesmişti.
Daha fazla üşümek, üşümekten başka bir şey hissetmemek istiyordu.
Bir şarkı daha yaktı.
İçinde bir boşluk vardı. Doldurabilmek istedi, o an, nasıl yapacağını bilmeden.
Gülümsemişti bütün gün, gırla saçma şey yaşamasına rağmen.
Bir araba geçip gitti sokaktan.
Bir evin ışığı söndü.
Bir yıldız kaydı.
Zaman geçti,
geçiyordu.
Ama acısı hiç geçmiyordu.
Öylece uzandı yatağın üstüne. Geçmesini bekledi, her şeyin.
Özlüyordu. Neyi özlediğini bilmiyordu.
Bir şeylere karar verememekten, ikilemde kalmaktan da yorulmuştu ayrıca.
İnsanların dertlerine kafa yoruyordu, kendininkisine zaman kalmasın diye.
Güvenmiyordu. İnanmıyordu. Sevmiyordu. Sevilseydi belki, sevebilirdi o da.
Bir şarkı daha yaktı.
Uyuyamıyordu günlerdir, yine kabus görecek korkusuyla. Bilinçaltını aldırmak istiyordu.
Aslında kafası olmasın istiyordu. Ve bir de kalbi. Düşünmek ve üzülmek, istemiyordu.
Biri vardı hayatında, ama yoktu da aynı zamanda.
Güvende olduğunu bilmek istiyordu. Annesinin ondan çok uzakta olduğu geldi aklına. Daha güvensiz hissetti.
Bunalmıştı. Bu her yerinden anlaşılıyordu.
Robot olmak istedi. Bir robot olduğunu düşledi. İçinde ki tek boşluk, hava boşluğu olurdu. Üzülmezdi de saçma sapan şeylere. Ve düşünmezdi her şeyi, herkesi.
Yorulmuştu.
Üşümüştü.
Yorganı çekti kafasına kadar.
Yıldızları izledi. Ve sabah olmamasını istedi, gece güzeldi, gece samimiydi.
Yıldızları göz kapaklarının içine toplayıp, uyuyakaldı sonra.
Acı bitmiyordu. Her insanda vardı acı. Ve bir boşluk vardı herkeste, asla dolmayan. Umut vardı bir de. Hani şu fakirin ekmeği. Galiba bizi hayata bağlayan da buydu.

3 Ocak 2014 Cuma

2 Ocak 2014 Perşembe

Ben seni sevdiğim zaman bu şehirde, yağmurlar yağardı.

-İstiyorsan burada kalabiliriz, dedi.
-Bayern'de mi?
-Gökyüzü her yerde mavidir.

¤

Bazen her zamankinden daha fazla yalnız hissediyorum. Başım yastıkla buluştuğu an başlıyor sanrılar.
Olur olmadık yerlerde ağlar oldum mesela.
Senin o tanıdığın Melis'e çok uzağım artık.
Artık daha yabani, daha hırçınım; dışımda tabii. İçim hala ürkek bir kuş, senin hep dediğin gibi.
Bir şeyler var benimle konuşan, biliyorum.
Sana anlatsam;
"Delirmişsin sen. Siktir git başımdan." derdin.
Bana hiçbir zaman inanmamıştın ki, buna da inanmazdın.
Ama varlar.
Yani,
bilmiyorum.
Belki de yoklar.
Belki de kafamın içindeler.
Ama bir şeyler görüyorum.
Bir şeyler duyuyorum, hissediyorum.
Neyse.
Korkuyorum. Ve bunalıyorum.
Kurtulmak istiyorum, her şeyden.
Uzaklaşmak isterdim hep.
Artık yakınlaşmak istiyorum.
Annemi özledim.